LOZAN NOTLARI 2

LOZAN NOTLARI 2

Sonunda Kurban Bayramı’nı da uğurladık. Her bayram olduğu gibi (!) alınan onca önleme rağmen trafik kazaları gündemin ilk sırasındaki yerini kaptırmadı. İçişleri bakanlığımız da radar önlemleriyle ciddi bir dua aldı necip Türk Milletinden!

Tabi bayram bitti ve herkes kendi gündemine dönmüş görünüyor. Bir tarafta savunma sanayi dolayısıyla yapılan milyar dolarlık ihracatlar, diğer tarafta yolsuzluk dosyalarıyla gündeme gelen belediyeler, başka bir tarafta yolsuzlukla itham edilen belediye başkanlarını kurtarmaya çalışan Genel Başkanlar… Dediğimiz gibi herkesin gündemi farklı bu aralar…

Hatırlarsınız biz de bayram öncesi Lozan’dan kimi notları sizlerle paylaşmış ve “Lozan zafer midir hezimet mi?” sorusunun cevabını sizlere bırakmıştık. Bugün Lozan notlarının bir kısmını daha sizlerle paylaşalım.

İlk yazıda da bahsettiğimiz gibi Lozan konusu hemen herkesin üzerinde fikir yürüttüğü ve fakat çok fazla bilgi sahibi olmadığı konulardan biridir. Son dönemde sosyal medya paylaşımlarında bu manzarayı görmek mümkün. Lord Curzon’ı alelade bir İngiliz bürokratı ilan edenlerden, İsmet Paşa’nın masaya yumruğu nasıl vurduğunu anlatanlara kadar yelpaze oldukça geniş. Ancak bilgiyi bulmak pek mümkün değil. Ha şunu da hemen söyleyelim, bilgiye ulaşmak için Kaf dağını aşmaya falan da gerek yok. Bu konu üzerine yazılmış ciddi araştırmaları okumak yeterli olacaktır.

Hatırlarsanız Lozan’ı anlatan ilk bölümde konferansın açılışında İsmet Paşa’nın yaptığı konuşmanın bir bölümünü sizlerle paylaşmıştık. İsmet Paşa dile olan hakimiyetini (!)göstermiş ve müthiş bir giriş yapmıştı. Bu da tabi Lord Curzon’ı fazlasıyla mutlu etmişti. Mutluluk sanırım bununla sınırlı kalmamış. Birkaç sıfır önde olduklarını söylesek abartmış olmayız. İngilizlerin Lozan sırasında ciddi bir istihbarat oyunu çevirdiğini duymak eminiz bir çoğunuzu şaşırtmayacaktır. İstanbul’a yerleştirdikleri özel yetiştirilmiş bir ekiple Ankara hükümetinin Lozan’a çektiği telgrafları önceden ele geçirmiş, çözmüş ve Lozan’daki heyetimizin eline ulaşmadan Lord Curzon’ın eline ulaştırmışlardı. Yani Lord Curzon salona girdiğinde heyetimizin hangi direktifleri aldığını biliyordu.

İstanbul ve Çanakkale boğazları Lozan’da konuşulan ilk konular arasındaydı. Dünyadaki hemen tüm su yollarına bir şekilde hâkim olan İngilizler için bu konu çok önemliydi. Bu nedenle heyetimize zor anlar yaşattılar. Bu tedirgin edici tutum sözleşmeye de yansıdı. İmzalanan Boğazlar sözleşmesine göre, bu çok kritik noktalara Türk askeri giremeyecekti. Ayrıca tahkimatta da bulunamayacaktı. Yani sizin anlayacağınız İngiliz işgali devam ediyordu. Boğazlarda egemenlik haklarımız yok hükmündeydi. Türkiye bu noktalarda savunma ve güvenlik anlamında tedbir dahi alamayacaktı. İsmet Paşa başkanlığındaki heyetimizin fedakarlıklar manzumesine Boğazlar da eklenmişti.

Lozan’ın 129.maddesinde boğazların İngiliz imparatorluğuna terk edileceği belirtiliyor. Bununla da yetinilmeyerek maddenin 2.fıkrasında bizim bölgeye müfettiş gönderebileceğimiz belirtiliyor. Tabi İngilizlerden izin almak koşuluyla! Gerçekten fıkra gibi değil mi? 128.maddede konuyla ilgili şu ilginç ifade yer alıyor: “Türk Hükümeti, Britanya imparatorluğu, Fransa ve İtalya hükümetlerine… abideleri muhtevi olan arsaları ayrı ayrı EBEDİYEN terk etmeyi taahhüt eder.” Evet EBEDİYEN!

Benzer bir durumun Diyarbakır Ergani’de bulunan çakmak taşı madeni için yapıldığını da hatırlatalım.

Böylece Çanakkale’de yatan 250 bin şehidimizin ebedi istirahatgahlarını, 18 yıl boyunca yani Monrtö’ye kadar İngiliz insafına terk etmiştik.

Çanakkale ve İstanbul boğazlarının stratejik bölümleri Montö’ye kadar İngiliz denetiminde kaldı. Yani bu bölgelerde İngiliz işgali 18 yıl daha devam etti.

Bu bölgeler Türk askerine kapatılmış, geçiş kontrolü boğazlar komisyonuna bırakılmış ve güvenliği İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya tarafından garanti edilmişti. Yani kendi toprağımız olan bu bölgelerde hiçbir hakkımız ve yetkimiz yoktu. Bu 18 yıl zarfında bölgeye ne askerimiz girebildi ne de denetim yapılabildi. Hatta Çanakkale zaferimizi anlatan abideyi 1959’da bitirip 1960’da açabildik.

Lozan barış antlaşmasıyla ilgili konuşulacak ve anlatılacak birçok konu mevcut. Azınlıklar konusu mesela! Başlı başına bir belgesel konusu! Ege adaları ve diğerleri! O da öyle! Musul ve Kerkük meselesi! Başlı başına bir dizi konusu olacak çapta ve ilginçlikte! Tabi evirip çevirmeden olduğu gibi anlatarak.

Yine açıkça tartışılmasa da özellikle İngilizlerin, Türkiye’nin bağımsızlığının tanınması için Hilafetin kaldırılmasını şart koştuğuna dair emareler de mevcuttur. Bunu gündeme getiren tarihçiler, Büyük Millet Meclisinde Lozan antlaşmasının 1 ayda onaylanmasına rağmen İngiliz parlamentosunda bunun 8 ay sonra yapıldığını vurgulamakta. 10 Ocak 1924’te İngiltere Kralı 5. George, Avam kamarasında yaptığı konuşmada Lozan’la ilgili tasarının derhal görüşülmek üzere parlamentoya geleceğini belirterek; “Bu tasarı kabul edilir edilmez Lozan onaylanmış olacak ve yeni bir çağ başlayacak” demişti. Başlayacağı Kral tarafından duyurulan yeni dönem ya da çağ neydi? Haydi hep birlikte düşünelim.

Alın size kafa karıştıracak bir soru daha: Tam görüşmelerin kesildiği dönemde, 17 Şubat 1923’te, 1. İzmir İktisat kongresinin başlaması tesadüf müdür? Yoksa görüşmeleri yeniden başlatacak hamle midir?

Lozan Barış antlaşması Türkiye’nin tapusu değildir. Ancak Türkiye’nin kaderini derinden etkilemiştir. Günümüz Türkiye’sinin sınırları aşağı yukarı bu antlaşmayla çizilmiştir. Ne yazık ki yıllar yılı yaşanan bölücü terörden, ekonomik sorunlara, dış politikadaki uzun süren uykudan kardeş coğrafyalara sırt dönülmesine kadar birçok arızada etkisi mevcuttur.

Yeri geldikçe Lozan’ı ve Lozan’a bağlı konuları anlatmaya devam edeceğiz. Gündem eninde sonunda bizi oraya götürecektir.

Yazar