ENSAR-I SÜNNET TUGAYLARI VE ŞAM SALDIRISI ÜZERİNDEN RADİKAL TERÖRİZMİN YENİ EVRESİ

ENSAR-I SÜNNET TUGAYLARI VE ŞAM SALDIRISI ÜZERİNDEN RADİKAL TERÖRİZMİN YENİ EVRESİ

 

Radikal terörizm, siyasal ya da dini hedefler uğruna şiddeti meşru gören, çoğunlukla sivil hedeflere yönelen, uzlaşmaz ve mutlakiyetçi yapılardan oluşan bir terör türüdür. Bu yapıların temel amacı yalnızca fiziksel zarar değil; aynı zamanda kültürel, mezhepsel ve medeniyet temelli travmalar üretmek, mevcut düzeni sapkın ya da küfür olarak tanımladıkları sisteme karşı yıkıma uğratmaktır. Bu terör tipolojisi, saldırılarını genellikle yüksek sembolik değeri olan mekanlara ya da aktörlere yönlendirerek geniş toplumsal yankı uyandırmayı hedefler.

Radikal terörizmin dünya tarihindeki ilk örneklerinden biri, 1983 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta ABD Deniz Piyadeleri karargâhına düzenlenen ve 241 askerin ölümüne yol açan intihar saldırısıdır. Bu saldırı, modern anlamda dini gerekçeli ilk yüksek profilli radikal terör eylemi olarak kabul edilir. Aynı yıllarda, İran Devrimi sonrası Şii paramiliter yapılar ile Afgan cihadı etrafında toplanan Sünni selefi gruplar, radikal terörizmin hem Şii hem de Sünni mezhepsel bağlamlarda nasıl biçimlendiğini göstermiştir.

2000’li yıllardan itibaren El-Kaide’nin uluslararası terörizme kazandırdığı küresel cihat konsepti, ardından IŞİD’in 2014’te ilan ettiği sözde hilafet devleti, Boko Haram’ın Nijerya’da kadınlara ve Hristiyanlara yönelik etnik ve dini temizlik uygulamaları, radikal terörizmi küresel ölçekte yeniden tanımlamıştır. Son yıllarda bu yapıların yerini daha lokal, daha esnek, hücresel ve dijitalde örgütlenen yapılar almaya başlamıştır. Telegram gibi platformlar üzerinden radikalleşme süreçleri, bireysel terörizmi teşvik eden motivasyonel içerikler ve propaganda videoları, yeni nesil radikal terörün en belirgin araçları hâline gelmiştir.

Bu evrimin en yeni halkalarından biri olarak ortaya çıkan “Ensarı Sünnet Tugayları” (Saraya Ensar al-Sunna), 2025 Haziran’ında Şam’daki Mar Elias Rum Ortodoks Kilisesi’ne yönelik gerçekleştirdiği intihar saldırısıyla uluslararası dikkatleri üzerine çekmiştir. Bu saldırı, yalnızca bir dinî azınlığa karşı işlenmiş bir nefret eylemi olmakla kalmamış ; aynı zamanda rejimin sembolik kalbine yapılmış çok katmanlı bir meydan okuma olarak değerlendirilmiştir. Örgüt bu saldırıyla hem fiziksel hem psikolojik bir eşik aşarak kendini ilan etmiş, ideolojik haritasını ilk kez geniş kitlelere duyurmuştur.

Örgüt, 2025 yılının ilk aylarında Hama ve Humus kırsalında faaliyet göstermeye başlamış, Şam’daki kilise saldırısıyla birlikte kendini ilan etmiştir. Açıklamalarında Alevi, Hristiyan ve Dürzi azınlıkları açıkça hedef alarak “İslam’ın saf çizgisinden sapan unsurların ortadan kaldırılması gerektiğini” savunmakta; Selefi cihadî çizgiyi daha saldırgan ve keskin bir çizgiye taşımaktadır. Özellikle örgütün dijital propaganda metinlerinde, kutsal metinlerin selefi yorumlarına sıkça referans verilmekte; mezhebi, etnik ve kültürel farklılıkların ilahi adalet gereği tasfiye edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Ensarı Sünnet, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve IŞİD gibi yapılarla benzer ideolojik zeminleri paylaşsa da, bu yapılardan kopan daha radikal unsurların melez fraksiyonel bileşimi izlenimi vermektedir. Örgütün özellikle ; HTŞ’nin siyasallaşma ve pragmatik pozisyon alma yönelimine karşı çıkan, daha saf ve uzlaşmaz bir çizgi arayışında olan militanlardan oluştuğu anlaşılmaktadır. HTŞ’nin yerelleşmiş ve pragmatik yapısından farklı olarak Ensarı Sünnet, yeniden evrensel bir hilafet tahayyülü ve şeriat devleti hedefi üzerinden söylem üretmektedir. Örgüt, kendisini zamanlar üstü bir misyonun taşıyıcısı olarak görmekte ve kıyamet öncesi mücadele inancını söyleminin merkezine yerleştirmektedir. Bu da onu yalnızca bir güvenlik riski değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir meydan okuma haline getirmektedir.

HTŞ, son yıllarda özellikle İdlib merkezli sivil yapı inşasına yönelmiş, yerel meclisler ve hizmet yönetimleri aracılığıyla halk nezdinde meşruiyet inşa etmeye çalışmıştır. Batı ile doğrudan çatışmayı hedefleyen eski çizgisini kısmî olarak yumuşatmış, bazı dönemlerde Türkiye dâhil olmak üzere dış aktörlerle zımni temaslar kurarak daha pragmatik bir pozisyon almıştır. Bu dönüşüm, bazı selefi unsurlarca taviz, bid’at işbirliği ve mürtedleşme olarak yorumlanmakta, HTŞ’nin meşru cihad çizgisinden saptığı ileri sürülmektedir. İşte bu ideolojik boşluk, Ensarı Sünnet gibi yapılar için hem bir gerekçe hem de bir alan üretmektedir.

Ensarı Sünnet, HTŞ’den farklı olarak hiçbir siyasi entegrasyon ya da yerel güç dengesi arayışı taşımamakta, doğrudan ilahi hükmün tatbiki iddiasıyla hareket etmektedir. Bu örgüt, hilafet inancını ve şeriat uygulamasını yalnızca teorik anlamda belirmek yerine, mutlak bir pratik hedef olarak ele almakta ve yeryüzündeki mevcut tüm yönetim biçimlerini gayrimeşru saymaktadır. HTŞ’nin yerel tabanlı bir siyasi ve askerî organizasyon olma eğiliminde olduğu noktada, Ensarı Sünnet daha çok sözde ilahi hüküm dağıtıcısı, ilahi adaletin infazcısı kimliğiyle hareket etmektedir. Bu fark, her iki yapının sahadaki taktik yöntemlerine, hedef seçimlerine ve propaganda dillerine doğrudan yansımaktadır.

Ensarı Sünnet’in Mar Elias Kilisesi saldırısı yalnızca bir dinî azınlığa değil, aynı zamanda Şam merkezli rejime, uluslararası topluma ve modern hukuk düzenine verilmiş çok katmanlı bir mesaj niteliği taşımaktadır.Oluşturduğu ve ya oluşturmak istediği algının mesajı ; devletin, merkezi otoritesini başkentte bile koruyamıyor olduğu ,azınlıkların can güvenliği olmaması ve mevcut sistemle iş birliği yapan grupların ilahi gazaba uğrayacağı iddiasıdır.

Saldırı, aynı zamanda mezhepsel bir arındırma hedefinin ilk adımı olarak da yorumlanmaktadır. Bu bağlamda Ensarı Sünnet’in önümüzdeki dönemde benzer saldırılarla Şii, Dürzi ve Hristiyan hedeflere yönelmesi olasıdır. Suriye’de, on yılı aşkın süredir süren savaş ve parçalanmış siyasi yapı nedeniyle, devletin vatandaşlarına yönelik fiziksel güvenlik sağlama kapasitesi büyük ölçüde zayıflamıştır. Özellikle sistemin denetiminde olmayan ya da sınırlı kontrol sağlanan bölgelerde, insan güvenliği kavramı tek başına askeri anlamda olmak yerine , psikolojik ve toplumsal açıdan da ciddi bir zaafa uğramıştır.

Ensarı Sünnet gibi yeni terör yapılarının ortaya çıkışı, bu güvensizlik ortamını daha da derinleştirmektedir. Saldırıların hedefi yalnızca insan bedenine yönelik olmamakla birlikte , toplumun kolektif bilincine ve geleceğe dair umutlarına da yönelmiştir. Şam gibi başkent statüsünde olan bir şehirde dahi azınlıkların ibadethaneleri hedef alınıyorsa, ülke genelindeki sivillerin güvende olma inancı tamamen çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu durum, hem mevcut sisteme olan güveni hem de toplumsal barışı zedelemektedir. Nitekim, saldırı sonrasında bölgedeki Hristiyan cemaatlerin ciddi bir göç hazırlığı içine girdikleri, bazılarının sosyal medya üzerinden uluslararası yardım çağrıları yaptıkları gözlemlenmiştir.

Dolayısıyla Ensarı Sünnet’in saldırısı, yalnızca bir örgüt manifestosu gibi görülemez bu saldırı aynı zamanda korku üretimine dayalı bir psikolojik harp mekanizmasıdır. Bu yapı, bireylerin ülkelerinde barınma, ibadet etme ve yaşama haklarını tehdit ederek, kitlesel bir toplumsal çözülmenin önünü açmayı hedeflemektedir.

Bu süreci Türkiye açısından değerlendirirsek ülkemiz , Ensarı Sünnet’in doğrudan hedefinde olmasa da, örgütün faaliyet biçimi ve ideolojik söylemi itibarıyla çok katmanlı riskler barındırdığını kabul etmeliyiz. Özellikle sığınmacı nüfusun yoğun olduğu Güneydoğu ve Akdeniz illerinde, Ensarı Sünnet’in etki alanı yaratma potansiyeli göz ardı edilmemelidir. Bu riskler şu başlıklar altında değerlendirilebilir:

  • Sığınmacılar üzerinden gizli ağlar kurma: Türkiye’deki geçici koruma altındaki Suriyeliler arasında, özellikle daha önce silahlı yapılara temas etmiş bireylerin örgütle yeniden temasa geçme ihtimali bulunmaktadır.
  • Sınır ötesi radikalleşmeyi içeriye taşıma: Suriye ile sınır hattında yaşanan güvenlik zaafları, dijital propaganda yoluyla Türkiye içinde bireysel radikalleşmeyi hızlandırabilir.
  • Türkiye’deki Selefi ağlarla bağlantı kurma: Ensarı Sünnet’in dijital vaazları, Selefi söyleme yatkın çevrelerde ideolojik karşılık bulabilir ve bu da sessizce gelişen bir militanlaşma sürecine yol açabilir.
  • Mezhepsel provokasyonlar üretme: Özellikle Alevi yurttaşlara yönelik dijital nefret söylemleri veya sembolik saldırılar, iç huzur ve toplumsal barış açısından ciddi tehditler oluşturabilir.

Bu tehditler karşısında güvenlik temelli uygulamaların ötesine geçen, aynı zamanda toplumsal dayanıklılığı da inşa eden çok katmanlı önlemlerin devreye alınması elzemdir. Bu tür yapılarla mücadele sadece kolluk kuvvetleri üzerinden yürütülemez; dini, kültürel ve sosyal alanlarda da bilinç inşa eden bir stratejik direnç hattı oluşturulmalıdır. Bu doğrultuda, Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyat fakülteleri iş birliğiyle Selefi radikalizmin İslam dışı olduğu yönünde güçlü karşı anlatılar üretilmeli; aynı zamanda siber istihbarat altyapısı genişletilerek dijital alanda yürütülen faaliyetler anlık olarak izlenmeli, algoritmik analizlerle radikalleşme eğilimleri tespit edilmelidir. Yerelde ise imamlar, kanaat önderleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde hareket edilerek, toplumsal farkındalık ve bilinç düzeyi artırılmalıdır.

Ensarı Sünnet Tugayları, klasik radikal yapılara benzerlik göstermekle birlikte, sahip olduğu ideolojik katılık, dijital örgütlenme becerisi ve yeni nesil propaganda teknikleri ile günümüzün en sofistike ve çok katmanlı tehditlerinden biri haline gelmiştir.Tekrar belirtmek gerekirse Şam’daki Mar Elias Kilisesi’ne yönelik saldırı, yalnızca bir ibadethaneye yapılan fiziksel saldırı değil, aynı zamanda bölgedeki tüm mezhepsel ve kültürel topluluklara yöneltilmiş sembolik bir gözdağıdır. Bu eylem, Orta Doğu’daki kırılgan dengeleri yeniden sarsabilecek potansiyele sahip olduğu gibi, önümüzdeki dönemde radikal gruplar arasındaki güç mücadelesini de derinleştirebilir.

Türkiye açısından bu tehdidin analizi salt askeri güvenlik düzleminde bırakılmamalıdır. Teolojik söylemlerle radikalleşen bireylerin önünü kesmek, dijitalde yürütülen propaganda faaliyetlerini erken aşamada tespit etmek ve toplumsal direnç mekanizmaları kurmak, mücadeleyi etkili kılacak temel ayakları oluşturmalıdır. Bu bağlamda, dini kurumların, güvenlik birimlerinin ve sivil toplumun eşgüdüm içinde çalışması hayati önem taşımaktadır.

Uluslararası toplum ise radikal terörizmin artık konvansiyonel örgüt mantığının ötesine geçtiğini, dijitalleştiğini, parça başı eylemlerle global etki üretme kapasitesine sahip hale geldiğini kabul etmek zorundadır. Bu yeni formda terörizm, mevcut uluslararası hukuk sistemlerinin sınırlarını zorlamakta ve yasal tanımsızlık alanlarında rahatça hareket edebilmektedir. Bu nedenle, hem ulusal hem uluslararası düzeyde, terör tanımının, ceza rejimlerinin ve yargı yetkilerinin yeniden yapılandırılması kaçınılmaz görünmektedir.

Ensarı Sünnet Tugayları örneği, yalnızca bir örgütün yükselişine değil, aynı zamanda geleceğin hibrit terör tehditlerinin neye benzeyeceğine dair güçlü bir ön izleme sunmaktadır. Dini söylemleri araçsallaştırarak radikal şiddeti meşrulaştıran bu tür yapılar, toplumların inanç sistemlerini istismar ederek hem bireysel radikalleşmeyi körüklemekte hem de mezhepsel çatışmaları derinleştirmektedir. Bu analiz, yalnızca bir istihbarat uyarısı olmanın ötesinde; devlet aklını, toplumsal bilinçaltını ve uluslararası iş birliği reflekslerini güncellemeye çağıran stratejik bir sesleniştir. Dini istismar eden örgütlerin yarattığı çok yönlü tehdide karşı mücadele, sadece güvenlik kurumlarının sorumluluğu olarak görülmemeli; aynı zamanda ilahiyat, medya, hukuk ve diplomasi alanlarının eş zamanlı seferberliğini gerektiren çok disiplinli bir stratejiyle ele alınmalıdır.

Yazar