BAKLAVA KUTUSUNUN BİZE ANLATTIKLARI

BAKLAVA KUTUSUNUN BİZE ANLATTIKLARI

Geçtiğimiz günlerde Manavgat Belediyesi’ne yönelik gerçekleştirilen rüşvet operasyonunun görüntüleri kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. CHP’li Manavgat Belediye Başkan Yardımcısı’nın bir baklava kutusu içerisine sakladığı 110.000 Euro’yu, polislerin odaya girdiği andan itibaren sergilediği “oscarlık performans” eşliğinde izledik. Şayet o anlar gizli kamera ile kaydedilmemiş olsaydı, tıpkı İstanbul’daki lüks bir otelde görüntülenen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun jammer’lı valizleri gibi, bu olay da kolayca “kumpas” olarak yaftalanabilirdi.

Ama gerçek ortadadır: Manavgat Belediyesi, tıpkı İBB gibi, bürokrasi eliyle kurduğu baskı düzeniyle otel sahiplerine ve müteahhitlere adeta haraç verme zorunluluğu dayatmış, rüşvet vermeyi reddedenlere ağır cezalar keserek sindirme politikası uygulamıştır. 5 milyon Euro rüşvet alamayınca 100 milyon lira ceza kesilen Bakırköy AVM örneğiyle aynı zihniyet, bu kez Akdeniz kıyılarında karşımıza çıkmıştır. Sural Otel’e kesilen 250 milyon liralık ceza, bu çarkın nasıl işlediğini tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

Turizmiyle ünlü, Side Antik Kenti’ne ev sahipliği yapan Manavgat gibi bir ilçede böylesine kirli bir düzenin kurulmuş olması düşündürücü olduğu kadar ibret vericidir. Eğer bir ilçe belediyesi bu kadar organize bir rant ağı kurabiliyorsa, büyükşehirlerdeki durumun çok daha vahim olduğunu tahmin etmek zor değildir.

Bu bağlamda gözden kaçırılmaması gereken bir diğer önemli mesele de büyükşehir belediyelerine bağlı iştirak şirketleridir. Bu şirketler, faaliyetlerini meclislere bildirme yükümlülüğünden kaçarak “ticari sır” kılıfı altında neredeyse dokunulmazlık zırhına bürünmüş durumdadır. İzmir’de İZBETON, İstanbul’da KİPTAŞ örneklerinde olduğu gibi, bu yapıların zamanla rüşvetin, yolsuzluğun ve kayırmacılığın merkezine dönüştüğü açıktır. Bu şirketlerin acilen bağımsız denetime açılması, kamu kaynaklarının korunması adına artık kaçınılmaz bir zorunluluktur. Aksi hâlde Beytülmal, eli kolu bağlı şekilde talan edilmeye devam edecektir.

Burada altı çizilmesi gereken esas nokta şudur: Bu mesele bir parti meselesi değil, bir ahlak ve kamu vicdanı meselesidir. Hangi partiden olursa olsun, milletin malına el uzatanın eli kırılmalı, hiç kimse kamu malına göz dikmeye cesaret edememelidir. Bu millet, kendisine hizmet etsin diye yetki verdiği kişilere, servetini peşkeş çeksinler diye değil, emaneti korusunlar diye oy vermektedir.

Sahildeki bazı CHP’li belediyelerde, makamların kullanılarak yakın çevreye ve evlatlara otel işletmelerinin adeta peşkeş çekilmesi de artık gizlenemez bir gerçektir. Bu uygulamalar rüşvet değilse nedir? Bu, açıkça haksız rekabet ve kamu zararının başka bir adıdır. Kolluk kuvvetleri ve yargı organlarının bu konuda da harekete geçmesi, kamu vicdanının rahatlatılması açısından şarttır.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bazı yerel yönetim anlayışı artık “sosyal belediyecilik” değil; açıkça sosyetik rantçılık şeklinde tarihe geçmeye adaydır. Bu anlayışla ne halka hizmet edilir ne de adalet tesis edilir.

Milletin malına göz dikenin gözü çıkar, el uzatanın eli kırılır. Bugün değilse yarın; ama er ya da geç…

Kalın sağlıcakla.

Yazar