Enerji Altyapısında Kırılgan Güvenlik: Sabotajın Diplomatik Kodları

Enerji Altyapısında Kırılgan Güvenlik: Sabotajın Diplomatik Kodları

DAEŞ’e Bir Bakış

Enerji hatları yalnızca bir ülkenin ekonomik damarları değil; aynı zamanda jeopolitik kimliğinin ve diplomatik etkisinin taşıyıcı sütunlarıdır. Bu altyapılar üzerinden geçen her varil petrol, ekonomik değerin ötesinde, bir devletin bölgesel ağırlığını, dış politikadaki manevra kabiliyetini ve uluslararası ittifaklarını da şekillendirir. Kimi zaman iki ülke arasında iş birliği köprüsü işlevi görürken, kimi zaman bir devletin dünyayla olan son stratejik bağlantısı haline gelebilir.

Günümüz uluslararası sisteminde klasik savaşların yerini hibrit tehditler ve vekil aktörler alırken, enerji altyapıları da yeni güvenlik mimarisinin ön cephesi haline gelmiştir. Terör örgütleri artık yalnızca ideolojik ya da silahlı ayaklanmaların taşıyıcısı değil; aynı zamanda küresel ve bölgesel güç mücadelelerinde kullanılan jeopolitik enstrümanlara dönüşmüştür. Bu yapılar özellikle enerji altyapılarını hedef alarak, yalnızca güvenlik değil; diplomasi, uluslararası hukuk ve enerji piyasalarıyla da doğrudan etkileşime girmektedirler.

Bu bağlamda en çarpıcı örneklerden biri, kısa sürede Suriye ve Irak’ta geniş bir coğrafyada hakimiyet kuran DAEŞ (Irak-Şam İslam Devleti) örgütüdür. DAEŞ, klasik terör eylemlerinin ötesine geçerek, kontrol altına aldığı petrol sahaları, rafineriler ve boru hatlarını hem gelir kaynağı hem de siyasi mesaj aracı olarak kullanmıştır.

Örgüt, 2014–2016 yılları arasında Suriye’nin Deyrizor ve Rakka çevresindeki petrol sahalarını ele geçirerek, günlük yaklaşık 40-50 bin varil üretim gerçekleştirmiştir. Bu petrol, çeşitli kaçak yollarla kara borsaya sürülerek ayda 30 ila 50 milyon dolar arasında gelir elde edilmiştir . Söz konusu ticaret, bazen Türkiye sınırındaki kaçakçı hatlarıyla, bazen ise Ürdün ve Lübnan gibi komşu ülkelerdeki yerel ağlarla gerçekleştirilmiştir.

Ancak DAEŞ’in enerjiye yönelik yaklaşımı sadece ekonomik değildir. Örgüt bu kaynakları aynı zamanda jeopolitik baskı aracı ve diplomatik mesaj taşıyıcısı olarak da kullanmıştır. Örneğin Irak’taki Beiji Rafinerisi’ne düzenlenen saldırılar, Bağdat yönetiminin enerji kapasitesini doğrudan hedef alarak merkezi otoriteyi zayıflatmayı amaçlamıştır. Benzer şekilde, 2015 yılında Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı’na (ITP) yapılan sabotaj, yalnızca bir fiziki kesintiye değil, Türkiye’nin enerji merkezi olma hedefine yönelik açık bir stratejik meydan okumaya dönüşmüştür.

Bu saldırılar, yalnızca altyapıyı tahrip etmekle kalmamış; aynı zamanda uluslararası yatırımcılar nezdinde “bu coğrafya istikrarsız” algısını pekiştirerek enerji piyasasında risk primlerini yükseltmiştir. Nitekim DAEŞ’in Suriye-Irak güzergâhında yarattığı belirsizlik, küresel ham petrol fiyatlarında dalgalanmalara neden olmuş, enerji şirketlerinin bölgeye yönelik yatırımlarını ciddi biçimde etkilemiş hatta frenlemiştir.

Daha da dikkat çekici olan, örgütün geri çekilirken Suriye’deki bazı petrol istasyonlarını yakmasıdır. Bu eylem, sadece bir sabotaj değil; aynı zamanda o dönem yönetimde olan Esad rejimiyle iş birliği yapan dış aktörlere verilen bir tehdit mesajıdır.

DAEŞ’in enerji stratejisi iki ana eksende şekillenmiştir: kontrol altındaki sahalardan gelir elde etmek ve bu kaynaklar üzerinden bölgesel güçlere baskı kurmak. Suriye ve Irak’taki petrol altyapılarını ele geçirerek büyük bir ekonomik kapasite oluşturan örgüt, bu gücü yalnızca sahadaki varlığını finanse etmek için değil; aynı zamanda uluslararası aktörlere dönük örtülü mesajlar göndermek için de kullanmıştır.

Özellikle Irak-Türkiye boru hattına yapılan saldırılar, Türkiye’nin küresel enerji geçiş koridoru olma vizyonuna açık bir tehdit oluşturmuştur. Aynı şekilde, Beiji Rafinerisi’ne yönelik saldırılar da  Irak hükümetinin enerji gelir kaynaklarını çökertmeye yönelik planlı adımların parçasıdır.

Bu sabotajlar aynı zamanda Batı dünyasına yönelik:bizi yok sayarsanız, arz güvenliğiniz de tehdit altına girer gibi bir mesaj niteliği taşımaktadır.

Her Sabotaj, Yeni Bir Diplomatik Kırılmadır ve Her Boru Hattı, Bir Diplomatik Hattır

Günümüzde artık enerji altyapılarına yapılan saldırılar sadece fiziksel değil; jeopolitik ve diplomatik anlamlar taşıyan stratejik hamlelerdir. DAEŞ örneği, devlet dışı aktörlerin yalnızca iç güvenliği değil; bölgesel ve küresel dengeleri de altüst edebileceğini net şekilde ortaya koymuştur.

Bu sebeple enerji hatlarının korunması yalnızca askerî tedbirlerle sınırlı tutulmamalıdır. Zira modern dönemde boru hatları ve enerji altyapıları, yalnızca patlayıcılardan değil, siber saldırılardan, diplomatik açmazlardan ve bölgesel istikrarsızlıklardan da etkilenmektedir. Dolayısıyla etkili bir koruma, çok boyutlu bir strateji gerektirir. Bu strateji, askerî güvenlik önlemlerini, istihbarat paylaşım mekanizmalarını, bölgesel diplomatik angajmanları ve ekonomik karşılıklı bağımlılık politikalarını birlikte içermelidir.

Enerji hatlarının geçtiği bölgelerde yerel halkla kurulan ilişki bile bu güvenliğin bir parçasıdır. Çünkü bu hatlara yapılan saldırılar çoğu zaman yalnızca bir “teknik açık” nedeniyle gerçekleşmez. Aksine, bir ülkenin uluslararası sistemdeki yalnızlığı, diplomatik yalnızlaşması ya da bölgesel dışlanmışlığı, bu altyapıların korunmasız kalmasının esas nedenleri arasında yer alır. Bir başka deyişle, sabotajlar sadece bir mühendisin ihmaliyle değil,iletişim eksikliğinden de kaynaklanabilir.

Bu nedenle enerji güvenliği artık sınır korumayla sınırlı değil; dış politikayla doğrudan iç içe geçmiş stratejik bir bileşendir. Gerek bölgesel aktörlerle yapılacak güvenlik iş birlikleri, gerekse küresel enerji piyasalarında güven sağlayan diplomatik adımlar, enerji altyapılarını korumanın en az silahlı önlemler kadar etkili yollarıdır. Aksi halde, en iyi inşa edilmiş boru hattı bile, jeopolitik yalnızlık içinde savunmasız kalabilir.

DAEŞ, modern orduya sahip olmayan, ancak stratejik akılla hareket eden bir yapı olarak, enerji altyapılarını hem silah, hem mesaj, hem de araç olarak kullanabilmiştir. DAEŞ örneği, enerji hatlarına yapılan saldırıların yalnızca bir sabotaj değil, aynı zamanda bir devletin dış politikasına yöneltilmiş örtülü mesajlar olduğunu göstermiştir. Bu saldırılar, istikrarı tehdit etmekle kalmaz; aynı zamanda o ülkenin itibarını, yatırım güvenliğini ve dış ilişkilerdeki pozisyonunu da doğrudan etkiler.

Enerji güvenliği artık sadece mühendislerin değil; diplomatların, stratejistlerin ve istihbarat kurumlarının ortak gündemi olmak zorundadır. Çünkü her boru hattı, sadece petrol değil; egemenlik, prestij ve gelecek de taşır.

 

 

Yazar