İlk Darbenin Hatırlattıkları
Yeni bir mecrada yazı yazmak kolay değildir. Bir de bu ilk yazıysa daha zordur. Dikkat çekici bir konu bulunacak, konu detaylıca araştırılacak, ekâbir okura karşı mümkün olduğunca delikler tıkanacak vesaire vesaire. Ancak bu noktada güzel ülkem ve baş döndürücü temposu devreye giriveriyor. Avrupa ülkelerinin neredeyse yüzde sekseninin bir ayda tükettiği gündemi, biz bir haftada tüketiyoruz. İşte bu nedenle “vay konu bulamadım” “vay gündemde bir şey yok” gibi hayıflanmalar bizim ülkemizde geçer akçe değil. Böylece kendi bahane üretme kapımızı da kapattıktan sonra gelelim bugünün gündemime…
Malum Türkiye’de şu anda; terörsüz Türkiye, Ukrayna-Rusya savaşında arabuluculuk, Suriye’nin geleceği, Filistin ve özellikle Gazze’deki soykırım, Pakistan-Hindistan savaşında Türkiye’nin rolü, belediyelerdeki yolsuzluk operasyonları ve Lozan barış antlaşması gibi onlarca konu akla geliveriyor. Ancak biz bu hafta Türkiye Cumhuriyeti’ne sirayet etmiş eski ve beter bir hastalığın ilk örneğini anlatarak başlayalım diyoruz.
Türkiye’nin demokrasi macerasının vazgeçilmez bir parçasıdır darbeler. Ne yazık ki bu çirkin eylem cumhuriyet tarihimizin son 65 yılına damgasını vurmuş, yediden yetmişe yetişen hemen bütün nesilleri hastalıklı zihniyetine gark etmiştir. Türkiye’nin resimli darbeler tarihi ansiklopedisinin ilk sayfaları 27 Mayıs darbesine ayrılır. Kimileri bu darbe için ısrarla “ihtilal” ifadesini kullanmışsa da bu bal gibi bir darbedir. Yapılışı, gelişmesi ve sonuçları itibariyle büyük yaralar açmış, bu yaraların kimilerini kapamak 10 yıllar almıştır. Bir defa bir başbakan ve 2 bakanın bu darbenin sonucunda dar ağacına gönderilmesi demokrasi tarihimizden silinmeyecek kara lekeler olarak durmaktadır.
Çalıştığımız yayın kuruluşlarında darbelerle ilgili onlarca çalışmaya imza atarak, özellikle yeni yetişen nesillere yapılanların aslında ne olduğunu anlatmaya çalıştık. Hatta ilginçtir, bunların birinin yayınından hemen sonra merhum gazeteci Hıncal Uluç isim vermeden bizi eleştirmiş ve “yeni yetme belgeselci çocuklar o günleri anlayamaz” mealinde ifadeler kullanmıştı. Tabi biz o zaman Hıncal beyin babasının darbeci “Deli Fuat” lakaplı Fuat Uluç olduğunu bilmiyorduk. Bu yazıyla öğrenmiş olduk.
27 Mayıs darbesini araştırırken onlarca belge ve bilgiye de ulaşmıştık. Aslında darbe çok daha önce, 14 Mayıs 1950’de yani Demokratların ezici bir üstünlükle seçildiği ilk gün gerçekleşecekti desek acaba ne dersiniz. Genel seçimlerin hemen ardından CHP’nin büyük bir yenilgi aldığının ortaya çıkması sonrası Çankaya köşküne çıkan devrin Genel Kurmay başkanı Org. Nazif Gürman, derhal müdahale edebileceklerini Cumhurbaşkanı İnönü’ye iletiyor. İnönü bu teklifi reddetmek zorunda! Çünkü İngiltere ve ABD’ye verilmiş çok partili hayata geçme sözü var.
Darbeler konusuyla ilgili onu geçkin belgesel hazırlayınca birçok belge, fotoğraf ve görüntüye de göz gezdiriyorsunuz. Bir de buna koleksiyonculuk eklenince ortalık derya deniz oluyor. Yine 60 darbesi öncesi yaşanan öğrenci olayları hayret verici detayları saklar. Mesela 555 – K! Yani 5.ayın 5.gününde saat 5’te Kızılay’da! Domates Lakaplı öğrenci liderinin, ki daha sonra kendisi de siyasete atılıp yıllarca ana muhalefet lideri olarak kalmıştı, Başbakan Menderes’in yakasına yapışıp “Özgürlük istiyoruz” deyişi ve Menderes’in “Bir başbakanın yakasını tutuyorsun. Bundan ala özgürlük olur mu?” sözleri! Yine bu olaylar sırasında “öğrenciler öldürüldü ve kıyma makineleriyle kıyılıp asfalta gömüldü” yalanını söyleyenlerin Ankara’da dönemin ünlü iş adamından, iş yerlerine saldırmama karşılığında 14,5 kilo altın alışı da gün yüzü görmemiş detaylardandır. Daha ilginci bu olaylara karışan ve yaptıklarını büyük bir devrim gibi kitaplarda anlatan öğrencilerden birinin yıllar sonra Ak Parti’nin Dışişleri bakanı oluşudur. Yaşar Yakış’tan bahsediyoruz. Yine ilginçtir, Türk milleti Türkiye’nin darbeler tarihini ve yaşananları Ak Parti iktidarı sonrası gelişen ortamda yapılan belgesellerle öğrendi. Yoksa merhum Mehmet Ali Birant’ın çizgisine mahkûm kalmaya devam edecektik.
Darbeleri araştırırken, bu işin maddi bilançosu da aklımıza taşındı. Öyle ya böylesi olağanüstü bir durumun maddi karşılığı neydi. Daha açık söylemek gerekirse Türk milleti demokratik özgürlüğünün yanında maddi anlamda neler kaybetmişti. Bu konuda da 27 Mayıs darbesi ibretlik konumunu sürdürmekte. Bilenler bilir resmî gazetenin sonunda Merkez Bankası’nın bilançosu yer alır. En azından eskiden öyleydi. İlginçtir darbeden hemen önce yayınlanan son resmî gazetede Merkez Bankası kasasında 128 ton altın görünmekte. Bunun karşılığı olarak da yaklaşık 2 milyon 800 bin tl civarında banknotun piyasada olduğu görülmekte. Darbeden sonra yaklaşık 1,5 yıl resmî gazete basılmamış. Darbe sonrası basılan ilk resmî gazetedeki manzara şöyle; Merkez bankasının altın rezervi 51 tona gerilemişken, piyasada dolaşan banknot miktarı yaklaşık 2 katına yani 4 milyona çıkmış. Kayıp yaklaşık 77 ton altın! Bu noktada insanın aklına Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı’nın darbeci başı Cemal Gürsel’e sorduğu; “Paşa Merkez bankası kasalarına girdiğinizde yanınızda sivil kim vardı?” sorusu geliyor! Tabi cevabı malum; “hiç kimse”.
Darbecilerin gözü bununla doymuş muydu derseniz cevabımız “hayır” olur. Milletin parmağındaki alyansa kadar göz diken bir zihniyeti kahraman ilan etmek ancak bir grubun yapacağı işti. Onlar da bunu yaptılar. Senelerce bu darbe bayram olarak kutlandı ne yazık ki! Bu kitle darbeden hemen sonra balkonlarına ve pencerelerine Amerikan bayrakları asarak kutlayan kitleydi!
Tutuklamalar, yapılan işkenceler, devletin yeniden batılı Natocu çizgiye çekilmesi, orduda yapılan tasfiye operasyonları, yargılamalar, idam kararları ve diğerleri sayfalar dolduracak cinsten. Bu arada o dönemde Ankara ve İstanbul’da üniversite hocası kisvesiyle olayları takip eden CIA ajanlarının raporları yıllar sonra açıklanınca bu darbenin arkasında açıkça muhalefetteki CHP’nin olduğu ve genel başkanları İsmet İnönü’nün aktif rol oynadığı görülecekti.
Bu konuda onlarca detayı yazmak mümkün. Ancak ilk günden bütün mermileri kullanmayalım.
Ha unutmadan, Menderes ve arkadaşlarını 1924 anayasasına uymadıkları gerekçesiyle, vatana ihanetle suçlayıp İdam edenler, idamlardan hemen sonra yeni bir meclis kurup Atatürk’ün 1924 anayasasını ortadan kaldırdılar. Buna da 2. Cumhuriyet dediler. İlginçtir bunu yapanları kimse idam etmedi!