LOZAN NOTLARI 1

LOZAN NOTLARI 1

Yeni mecramızda ilk yazımızı geçen hafta yayınlamıştık. Tabi ilk yazımız ne kadar okundu? Kim ne kadar teveccüh gösterdi onu bilemiyoruz. Gerçi insanımızın okumak yerine izleyerek öğrenmek gibi bir yeteneğe sahip olduğunu bilmemize rağmen ısrarla yazmaya devam ediyoruz. Bu hafta her ne kadar bayram haftası olsa da, bayram şekeri tadından çok kızamık şekeri tadında bir şeyler yazalım dedik. Ve ilk yazıda bahsettiğimiz konu bolluğu, gündem kalabalığı arasında beş bilinmezli bir denklem olarak önümüze konulan Lozan antlaşması hakkında yazalım dedik. Umarız iyi yapmışızdır.

Zaman zaman gündeme gelen Lozan antlaşması millet nezdinde biliniyormuş gibi dursa da pek bir şey bilinmeyen bir konu olarak aydınlatılmayı beklemektedir. Anlı şanlı tarihçilerimizin konuya dalmak yerine etrafından dolaşmayı tercih ettiği Lozan esrarengiz halini korumaya devam ediyor. “Lozan’a dokunmayın, Lozan bu ülkenin tapusudur, Lozan’ı tartışmak ihanettir” türünden yaklaşımlar da hep bu bilinmezliğin sonucu. Madem Lozan Şanlı Kurtuluş Savaşımızın sonunda zaferi perçinleyen bir antlaşmadır; milletimiz tarafından detaylarıyla bilinmesi kadar doğal bir şey de olamaz! Ya da olmamalı!

Ancak gelin görün ki kazın ayağı hiç de öyle değil! Lozan’la ilgili ilk belgeselleri yapmaya başladığımız günlerde gördüğümüz bir gerçek var ki, barış antlaşmasının eksiksiz tam metni kamuoyu tarafından bilinmiyor? Bilinenler tarih kitaplarımıza aksettirilen suyunun suyu babında, orijinal metnin sadeleştirme adı altında kesilip biçilmiş hali! Oysa antlaşma 16 sözleşme, protokol, beyanname, barış antlaşmasının esas nüshası ve nihai senetten oluşmakta.

Antlaşma metninin orijinal hali dışındaki birçok olay hakkında konuşmak da neredeyse günah seviyesinde! Yani; neden İsmet Paşa heyet başkanı olarak gönderildi, Ali Şükrü Bey-Kazım Paşa-Rauf Bey neden gitmedi, Haham Haim Nahum neden İsmet Paşa’nın danışmanı oldu, Neden Misak-ı Milli dava edilmedi, Görüşmeler kesilince neden alele acele Meclis seçimine gidildi, Kış ortasında alel acele İzmir iktisat kongresini neden yaptık, Ali Şükrü Bey cinayeti neden aydınlatılmadı, Lozan barışına rağmen İngiliz birlikleri İstanbul ve Çanakkale boğazlarından neden çekilmedi… Sorular sorular…

Ülkemizde Lozan denildiğinde 2 hâkim görüşün ortaya çıktığını görmek mümkün. Birincisi Lozan zaferdir diyen grup. İkincisi Lozan hezimettir diyen grup. Birinci grup Sevr antlaşmasını öne sürerek Lozan’ı zafer olarak nitelerken, Misak-ı Milli’yi işaret eden ikinci grup Lozan’ı hezimet olarak görmektedir.

Doğal olarak şöyle bir soru da gündeme gelmekte; Eğer Lozan bir zaferse mutlaka yenilenlerde olacaktır. Peki onlar kimlerdir? Mesela İngilizler mi? İngilizlerin kazanımları ve İngiliz Dışişleri bakanı, tilki lakaplı, Lord Curzon’un “alacaklarımızı aldık” diyerek görüşmelerin sonunu beklemeden ülkesine dönmesi ve orada zafer kazanmış komutan edasıyla karşılanması aradığımız cevabı veriyor gibi! Peki ya Yunan tarafı? Bilindiği gibi Mehmetçik, İngiliz silahlarıyla donatılmış Yunan ordusunu perişan etmiş ve büyük bir zafere imza atmıştır. Ancak savaş meydanlarında büyük kahramanlıklarla kazandığımız zaferlere rağmen, Anadolu’yu yakıp yıkan, binlerce masum cana kıyan Yunan tarafından tek kuruş savaş tazminatı alınamamıştır. Bu hak bize verilmesine rağmen “hakkımızdan feragat” ettiğimiz yazılmıştır. Bu noktada Karaağaç bölgesinden bahsedilse de, bu devede kulak bile sayılmaz. Bunun yanında Ege adaları ve Batı Trakya elden çıkmıştır. Peki ya Fransızlar? İlk bakışta kapitülasyonların kaldırılması yenilgi olarak görülebilir. Ancak Suriye yeterli bir telafi olsa gerek!

Lozan, Osmanlı’nın siyasi varlığına son vermeyi amaçlayan, Batılılara göre tarihi Doğu sorununu kökten çözen bir antlaşmadır. İsmet Paşa’nın söylemiyle; Batılı emperyaller bu anlaşmayla 600 yıllık Osmanlı’nın hesabını görmüşlerdir. Türk milleti büyük fedakarlıklarla giriştiği Kurtuluş savaşından galip çıkmasına rağmen büyük toprak kayıpları yaşamış ve Misak-ı Milli hedefine ulaşılamamıştır.

Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Musul, Kerkük ve Süleymaniye İngilizlere, Hatay Fransızlara bırakıldı. 12 ada İtalyanlara, İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan’a, Kıbrıs İngilizlere verildi. Azınlıklar sorunu, Kapitülasyonlar, Boğazlar meselesi, Osmanlı borçları, yabancı okullar, nüfus mübadelesi gibi devletin iç işleri olarak görebilecek birçok konuda Avrupalılar karar verdi.

Lozan konusu gündeme geldiğinde Türkiye’nin siyasi ve hukuki varlığının uluslararası sistem tarafından kabulünün sağladığı ifadesinin altı çizilir. Ve tapu senedi olduğundan dem vurulur. Ancak Lozan bir tapu senedi değildir. Eğer bir tapu senedine ihtiyaç varsa o Misak-ı Milli olmalıdır.

Tabi Lozan antlaşmasını çalışıyorsanız Türk heyetinin yaptığı fedakarlıklardan bahsetmeden geçemezsiniz. Türk tarafının fedakarlıklarını İsmet Paşa’nın demeçlerinden takip etmek mümkün. Ali Naci Karacan’ın 1947 tarihli çalışmasında ilginç noktalar mevcut. İsmet Paşa 8 Aralık 1922 tarihli bir konuşmasında şöyle der: “Başka milletleri memnun etmek için savunma araçlarından vazgeçen Türkiye’yi tarihin nasıl yargılayacağını bilmiyorum. Askerden tecrit adı altında kabul ettiğimiz fedakarlıkların, hakiki dokunulmazlığımızı ağır surette baltaladığını görüyorum. Ümit ederim ki bu beyanat, Türk heyetinin yeni bir fedakarlığı olarak kabul edilecektir.” Vay vay vay! Nereden tutarsanız tutun elinizde kalıyor değil mi? Bu açıklamayı ülkemiz kamuoyunda kaç kişi biliyordur ya da duymuştur. Bizi özellikle başta söylenen “Başka milletleri memnun etmek için…” cümlesi kasıp kavuruyor! Ne demek “başka milletleri memnun etmek…”

Kazandığımız zafere ne oldu? Onca çekilen acıya? Yakılan yıkılan ülkemize? Her şey barış antlaşması sırasında “başka milletleri memnun etmek için” miydi?

Bakın sizlere yapılan fedakarlıkları bir de maddeler üzerinden sıralayalım: Antlaşmaya bakıldığında Türk heyetinin Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin manda yönetimlerinin kurulmasından sonra Mısır, Sudan (madde 17), Kıbrıs (madde 20), Libya (madde 22) gibi o günlerde hukuken hala Türkiye’ye ait bölgelerdeki bütün haklarından feragat ettiği görülecektir. Ayrıca Yunanistan ve İtalya’nın doğu Akdeniz adaları Lİmni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları (madde 12), ile 12 ada (madde 15) üzerindeki hükümranlığı kabul edilmiştir. Sakarya’da Dumlupınar’da yendiğimiz Yunanistan’dan bahsediyoruz! Daha acı olanını da söyleyelim; kalan bütün ada ve kara parçaları üzerindeki her türlü hak ve sıfatlardan vaz geçilmiştir (madde 16).

Canınızın ne derece sıkıldığını tahmin edebiliyoruz. Ancak birilerinin bunları söylemesi ve tarihe not olarak düşülmesinin şart olduğunu düşünüyoruz.

Türk heyetinin başkanı İsmet Paşa, o günlerin dışişleri bakanı Yusuf Kemal Tengirşek istifa ettirilerek heyet başkanı yapılmıştı. Bu durumun Mustafa Kemal Paşa’nın isteği olduğu bilinmektedir. İsmet Paşa’nın karşısında İngilizlerin dışişleri bakanı Lord Curzon vardı. Curzon bir orkestra şefi edasıyla konferansı yönetmiş, dozu daima kendi ayarlamıştı. Heyetimizi usta manevralarla sıkıştıran Curzon, istediklerini aldıktan sonra imzaya dahi kalmadan ülkesine döndü. Curzon Musul sorununu erteletmiş, azınlıklar, Trakya sınırı, adalar, Yunan tazminatı gibi konuları kendi çıkarları doğrultusunda halletmişti. Boğazlar ve silahsızlandırılmış bölgeler konusunda hem istediklerini almış hem de Türkiye ile Sovyetler arasında gerilimi arttırarak yeni düşmanlıkların fitilini ateşlemiştir.

Curzon İsmet Paşa’nın konferans açılışındaki konuşmasını dinlediyse zaten 1-0 önde olduğunu anlamıştır: “Lozan’ın konferansa toplantı yeri için seçilmesinden dolayı kendimi tebrike şayan görüyorum…”

Lozan’dan notları aktarmaya devam edeceğiz. İyi bayramlar…

Yazar