Ortadoğu’nun Dönüşken Gölgesinde Patolojik Bir Bukalemun: El-Hicri Figürü ve İsrail Destekli Dürzi Paradoksu
Ortadoğu’nun güney Levant kuşağında yer alan Suveyda bölgesi, tarihsel bağlamda Dürzi kimliğinin hem fiziki hem de sembolik merkezlerinden biri olarak öne çıkmıştır. Osmanlı sonrası mandater düzenlemelerde sınır dışı edilen kimliklerin kendilerine özerk yaşam alanları oluşturduğu bu hinterlant, etno-dinsel kapalı toplum yapısının korunabildiği nadir alanlardan sayılmıştır. Dürzi toplumu, gerek mezhepsel gizlilik prensipleri gerekse iç hiyerarşik denge mekanizmalarıyla dış müdahalelere karşı nispeten dirençli bir yapı sergilemiştir. Ancak bu kapalı yapı, aynı zamanda dış güçlerin ,özellikle de istihbarat örgütlerinin sızmaya ve manipülasyonuna son derece uygun bir zemin olarak da işlev görmüştür.
Son dönemde Suriye iç savaşının kırılgan arka sahnelerinden biri olarak yeniden jeopolitik haritaya giren Suveyda, vekâlet savaşlarının yeni nesil çatışma kodlarını da bünyesinde barındırmaya başlamıştır. Burada aktör olarak karşımıza çıkan Şeyh Hikmet el-Hicri liderliğinde yeniden yapılanan Dürzi yapılar, dini bir otoritenin yanı sıra paralel bir güvenlik mimarisinin temsilcisi olarak sahneye çıkmaktadır. El-Hicri’nin İsrail ile yürüttüğü dolaylı bazen de doğrudan temaslar, siyasi pragmatizmin ötesine geçerek Tel Aviv merkezli bölgesel çevreleme stratejisinin Dürzi kanadını temsil eden bir rol üstlenmektedir.
Bu gelişmeler, geleneksel Dürzi içe kapalılığı ile modern istihbarat manipülasyonu arasındaki ince çizginin tamamen silinmesine neden olmuştur. Özellikle İsrail’in Dürzi toplumuna yönelik tarihsel yatırım stratejisi, Lübnan’dan Golan’a kadar uzanan hatta uzun süredir işlemekte olup, El-Hicri örneğinde bunun siyasi ve operasyonel çıktıları daha da görünür hale gelmiştir.
Bu süreçte Arap aşiretlerinin Suveyda çevresinde artan huzursuzlukları, sadece yerel sosyo-ekonomik kaynak paylaşımından kaynaklanmamakta; aynı zamanda bu İsrail-Dürzi yakınlaşmasının doğrudan tehdit algılamasına yol açmaktadır. Aşiretler, kendilerine ait yerleşim alanlarında Dürzi grupların giderek artan silahlı faaliyetlerini bir kuşatma ve dışlama stratejisi olarak okumakta; buna karşılık milisleşme eğilimleri göstermektedir. Bu durum bir iç savaşın başlangıçta mikro gibi görünse de belki ilerleyen süreçte ise kontrol edilmediğinde makro ölçekte fiilen başlamasına zemin hazırlamaktadır.
Suveyda’daki gelişmeler, yüzeyde etnik ve dini bir çatışma görüntüsü verse de, derin yapısında çok katmanlı bir güç savaşı, istihbarat güdümlü toplumsal mühendislik ve bölgesel hizalanmaların kıyasıya rekabeti barınmaktadır. Bu açıdan Suveyda; sadece Suriye’nin güvenlik denkleminde kalmamış aynı zamanda Ortadoğu’nun genel güvenlik mimarisinde belirleyici bir çatışma laboratuvarına dönüşmüş; hem vekâlet savaşları hem de kimlik temelli mikro çatışmaların merkezine yerleşmiştir.
Suveyda, Suriye’nin güneyinde, Ürdün sınırına yakın, stratejik önemi yüksek bir vilayet olarak öne çıkar. Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Dürziler, bölgede hem askeri hem de toplumsal açıdan etkin bir yapı inşa etmişlerdir. Dürzi toplumu; kapalı hiyerarşik yapısı, güçlü kanaat önderliği geleneği ve dış aktörlerle kurduğu gizli ittifaklar sayesinde, kriz dönemlerinde dahi ayakta kalmayı başarmıştır.
Ancak bu içe kapalı yapı, aynı zamanda dış istihbarat servislerinin nüfuz etmesine oldukça elverişli bir zemin sunmuştur. Özellikle İsrail istihbaratının yıllardır Dürzi topluluklar üzerinde yürüttüğü örtük ilişki stratejisi, son dönemde daha belirgin hale gelmiş; bu da Arap aşiretleri ile Dürziler arasında derin bir güvensizlik uçurumu doğurmuştur.
Şeyh Hikmet el-Hicri, Suveyda’daki en nüfuzlu dini otoritelerden biridir. Ancak son yıllarda gerek Suriye merkezi yönetimiyle kurduğu mesafeli ilişki gerekse İsrail merkezli dış aktörlerle geliştirdiği arka kapı diplomasisi, onu sıradan bir dini liderden öte, sahadaki hibrit aktörlerden biri haline getirmiştir. Hicri’nin, özellikle Suveyda’daki gençler arasında kurduğu ağ yapısı ve silahlı oluşumlara verdiği örtülü destek, onu dini bir figür olmakla birlikte aynı zamanda operasyonel bir aracı konumuna taşımaktadır.
Hicri’nin ismi, İsrail’in Suriye’ye yönelik başta yumuşak son dönemlerde ise sert bir kuşatma stratejisinde parlayan bir halka olarak yorumlanmaktadır. Tel Aviv yönetiminin, Dürziler üzerinden Güney Suriye’de bir tampon bölge oluşturmaya dönük planları, El-Hicri’nin pragmatik ve çoğu zaman oportünist tavrıyla kolaylıkla örtüşmektedir.
Suveyda’daki Dürzi oluşumları yekpare değildir. Hicri çizgisine sadık kalanlar, merkezi yönetimden uzak duranlar ve silahlı yerel savunma gruplarını oluşturanlar arasında ciddi ayrışmalar yaşanmaktadır. Ancak bu parçalı yapıya rağmen, dış tehdit algısı söz konusu olduğunda, Dürzi kimliği etrafında belirli bir koruma refleksi oluşmaktadır. Bu refleks, İsrail tarafından desteklenen manipülasyonlarla yönlendirilebilmekte; böylece “Arap aşireti tehdidine karşı Dürzi birliği” illüzyonu yaratılmaktadır.
Bu açıdan El-Hicri, birleştirici rolü yerine ayrıştırıcı bir figür olarak toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren bir etki üretmektedir. Özellikle 2024 sonu ve 2025 başlarında El-Hicri yanlılarının Suveyda’daki aşiret kökenli gençlere yönelik provokatif saldırıları, çatışma dinamiklerinin yeniden şekillenmesine sebep olmuştur.
2025 yılı itibariyle Suveyda kırsalında Arap aşiretleri ile Dürzi milis grupları arasında yoğunlaşan çatışmalar, bölgedeki güvenlik mimarisinin tümden çökme riskini doğurmuştur. El-Hicri destekli grupların aşiret bölgelerine yönelik tacizleri ve İsrail kaynaklı silahların sahada görülmeye başlanması, bu gerilimi daha da tırmandırmıştır.
Bu çatışmaların arka planında sadece etnik ve dini farklar yatmaz aynı zamanda toprak mülkiyeti, su kaynaklarına erişim, kaçakçılık yollarının kontrolü gibi daha derin ve stratejik sebepler de yer almaktadır. Ancak dışarıdan bakıldığında bu çatışmalar, kasıtlı olarak bir mezhep savaşı gibi gösterilmekte ve bölge halkları arasındaki kadim bağlar zedelenmektedir.
Bu denklemde siyasi meşruiyetin temsilcisi olarak öne çıkan en önemli isimlerden biri de, Suriye Hükümeti’nin mevcut başkanı Ahmed el-Şara’dır. Suriye iç savaşının kronikleştiği ve ulusal yapıların büyük oranda parçalandığı bir dönemde, Suriye Hükümeti; merkeziyetçi bir muhalif kurumsallaşmayı inşa etmeye çalışan, diplomatik temsiliyet arayışında olan ve sahada meşru yönetim boşluğunu doldurmaya çalışan yegâne yapıdır. El-Şara’nın liderliğinde şekillenen bu yeni kuşak siyasi akıl, sadece sahadaki güvenlik risklerini öncelememiş aynı zamanda ulusal birlik, etnik-dini çoğulculuk ve kapsayıcı temsil gibi derin yapısal sorunları da dikkate alan çok katmanlı bir yönetim stratejisi benimsemiştir.
Özellikle Suveyda hattında yaşanan Dürzi merkezli gerilimler, El-Şara liderliğindeki hükümetin kapsayıcı vizyonunun sınandığı alanlardan biridir. Dera, Halep ve İdlib gibi bölgelerde kurumsal bir idari yapı ve güvenlik kontrolü tesis etmeye çalışan hükümet; Suveyda çevresinde yaşayan Arap aşiretleriyle de pragmatik ilişkiler geliştirmeye, ortak güvenlik forumları oluşturmaya ve toplumsal barışı sağlamaya dönük çabalarını artırmıştır. Bu yaklaşım, Şeyh El-Hicri’nin dar, ırkçı ve çoğu zaman dış aktörlerle örtülü ilişkiler kuran temsil çizgisine karşı geliştirilen ulusal temelli bir alternatif modeldir.
Ahmed el-Şara liderliğindeki yönetim, Suveyda’da Dürziler ile Arap aşiretleri arasındaki gerilimlere mezhebi düzeyde değil, devlet aklı ekseninde yaklaşmakta; farklı kimliklerin birlikte var olabileceği, yerel hassasiyetlere duyarlı ama merkezi bir yönetim anlayışını inşa etmeye çalışmaktadır. Suriye Hükümeti’nin bu birleştirici hat stratejisi, hem içerideki toplumsal kırılganlıkları yatıştırmayı hem de dış müdahalelere karşı sahada meşruiyet üretmeyi hedeflemektedir.
Ancak bu vizyon, İsrail’in Dürzi yapılar üzerinden Suveyda hattına nüfuz etme girişimleriyle çakışmakta ve çoğu zaman sabote edilmektedir. Tel Aviv’in, Şeyh El-Hicri liderliğindeki oluşumlara sağladığı dolaylı bazen de doğrudan istihbarat ve lojistik desteği, bölgede paralel bir otorite inşasına yol açmakta; Suriye Hükümeti’nin siyasi ve sosyal alandaki manevra alanını daraltmaktadır. Bu durum, lokal bir temsil krizine dönüşmekle kalmayıp aynı zamanda Suriye’nin yeniden inşa sürecinde kimin kalıcı nitelikte söz sahibi olacağına dair daha büyük bir mücadelenin habercisidir.
Tam da bu noktada, Türkiye’nin pozisyonu ayrı bir önem taşımaktadır. Türkiye, Suriye iç savaşının başından itibaren siyasal çözüm, toprak bütünlüğünün korunması ve halk iradesine dayalı meşru bir yönetimin oluşması yönünde net bir politika benimsemiştir. Ankara’nın desteklediği Geçici Hükümet modellemesi etnik, dini veya mezhebi temelli parçalı otoriteler yerine; kapsayıcı, üniter ve halk temelli bir yapılanmayı savunmakta; bu sayede hem radikal yapılarla hem de dış müdahale odaklı mikro devletçiklerle mücadeleyi aynı anda sürdürmektedir.
Suveyda hattında yaşanan bu son gelişmeler, Suriye iç savaşının yeni bir kırılgan cephesi olmanın ötesinde, Ortadoğu’daki çatışma dinamiklerinin evrim geçirdiği bir mikro laboratuvar olarak değerlendirilmelidir. Dürzi kimliğinin taşıdığı tarihsel ağırlık, Şeyh El-Hicri’nin çevresinde oluşan dar etnik temsil anlayışıyla birleşerek dış müdahalelere açık, parçalı ve toplumsal dokuyu zehirleyici bir zemin ortaya çıkarmaktadır. İsrail’in bu yapılarla yürüttüğü örtülü temaslar, sahadaki dengeleri ve bölgesel güvenlik mimarisini zedelemektedir.
Bu gerilim ortamında Suriye Hükümeti, Ahmed el-Şara’nın liderliğinde bütüncül, meşru ve halk temelli bir temsil anlayışıyla ön plana çıkmaktadır. El-Şara’nın Suveyda’daki aşiretlerle kurduğu pragmatik ilişkiler, merkezi otoritenin yeniden inşasına katkı sağlamakta; çatışma yerine diyalog, bölünme yerine birlik perspektifini taşımaktadır. “Dünya barış istiyorsa Ahmed el-Şara buradadır, dünya savaş istiyorsa El-Culani buradadır” ifadesi, bir söylem olmanın ötesinde, Suriye’nin geleceğine ve Ortadoğu’nun barışına dönük net bir yön haritası niteliğindedir.
Türkiye’nin bu süreçte oynadığı rol, sahadaki askeri ve diplomatik etkisiyle birlikte siyasi çözüm vizyonuna bağlılığı açısından kritiktir. Ankara’nın Suriye’nin toprak bütünlüğüne dair ısrarlı tutumu, jeopolitik çıkarların yanı sıra komşu halklar arası barış ve adalet ilkeleri doğrultusunda şekillenmektedir. Bu çerçevede Türkiye, Suriye Hükümet’in desteklenmesini, radikal yapılarla mücadeleyi ve hibrit aktörlerin etkisizleştirilmesini ulusal güvenlik önceliği olarak görmektedir.
Suveyda’da yükselen bu kırılgan denklem, yerel bir çatışma görüntüsünün ötesinde, Ortadoğu’da barış mı savaş mı tercih edilecek sorusunun ete kemiğe büründüğü stratejik bir kesişim noktasıdır. Bu yol ayrımında Ahmed el-Şara gibi liderlik figürleri, siyasi aktör olmanın ötesine geçerek bölgesel vizyonun pusulası olarak okunmalıdır. Aksi halde hibrit figürlerin, istihbarat oyunlarının ve etnik-dini manipülasyonların sürüklediği kaotik düzlem, Suriye’nin yanı sıra tüm bölgenin istikrarsızlık döngüsünü derinleştirecektir.