Türkiye’nin Siyasi Hayatında Demokrat Parti ve 27 Mayıs Darbesi
- Dünya Savaşı’ndan sonra değişen dünya dengeleri ve halkın yoğun baskısı karşısında Türkiye, 23 yıldır devam eden tek adam, tek ideoloji ve halkı küçümseyen Batıcı azgın bir azınlık tarafından (Jön Türkler), devletle eşit olarak görülen Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin siyasi oyunlarına rağmen, çok partili siyasi hayata geçmiştir. Her türlü baskıya rağmen toplu bir isyana kalkışmadan kansız geçen bu süreçte başarı, Anadolu halkınındır.
Seçim yapılmadan ve dar bir grup tarafından yukardan belirlenen (Müntehibi Sani gibi) listelerden oluşan ve aralıksız 27 yıl süren CHP iktidarında, Osmanlı İmparatorluğu ve Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış ve çok büyük devrimlerin yaşandığı bir ülkede, toplu bir halk-devlet çatışması olmadan iktidarın kansız el değiştirmesi, Suriye olaylarında görüldüğü gibi Türkiye’nin siyasi hayatında Beyaz İhtilal olarak görülmüştür.
Türkiye’nin çok partili siyasal hayata geçtiği bu süreçte, Tek Adam, Tek Fikir ve Tek Parti’nin karşısındaki toplumun tüm kesimlerini bünyesinde toplayan Demokrat Parti (DP) 7 Ocak 1946 tarihinde, Türkiye’nin siyasi hayatında, toplum odaklı pratik ve pragmatik toplum merkezli düşünce yapısı, iç ve dış politikada günümüze kadar etkileri olan Büyük ve Güçlü Türkiye düşüncesinden, Türkiye Yüzyılına geçişin ilk basamağı olarak görülmektedir.
Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes’in, devlet yerine halkın elindeki toprakları dağıtmayı hedefleyen Toprak Reformu karşısında CHP’ye karşı kararlı bir duruş sergilediği “Dörtlü Takrir’inden sonra kurulan ve ismi günümüze kadar DP ile özdeşleşen Adnan Menderes Demokrat Parti’nin(DP) önemini şöyle ifade etmiştir:
Bugün Demokrat Parti resmen kuruldu. Şimdi Türk siyasî hayatında yepyeni bir sahife açılıyor. Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin en ufuklarından özgürce nasibini alacak. Ülkemizin kalkınmaya, ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var. Demokrasi ve kalkınma hamleleri Demokrat Parti’nin iki temel felsefesi olacak. Kurucusu olduğum bu partinin, politik hayatımızda sonsuza kadar devam edeceğini ümit etmek istiyorum. Bizden sonra bu partinin başına geçecek yöneticilerin, 1946 ruhunu daima hafızalarda canlı ve uyanık tutmaları en samimi dileğimdir.” (Adnan Menderes, 7 Ocak 1946)
DP’nin kurucu lideri ve on yıl Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar’ın, şahsi düşmanı olarak bilinen Milli Şef İsmet İnönü ile “Dış Politika ve Laiklik” konularında mutabık kalmasından sonra, CHP ile siyasa hayatta yarışa başlayan DP, toplumun tüm kesimlerini harekete geçirerek kısa zamanda Türkiye’nin siyasi hayatında görülmemiş “demokratik bir inkılap” yaşanmasını sağlamıştır.
Halk ve Devlet arasında bir iç çatışma ve sokaklarda kan dökülmeden, 27 yıllık tek parti alışkanlığı ve CHP lideri, Milli Şef İsmet İnönü’nün 1946 yılındaki açık oy ve gizli sayımla siyasi oyunlara rağmen, bugün bile Türk demokrasisinin sigortası olarak görülen 5545 sayılı seçim yasası sonucu, DP’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerindeki mutlak seçim zaferi karşısında, İnönü’nün iktidarı kansız olarak Adnan Menderes ve Celal Bayar liderliğindeki DP’ye teslim etmesi hiç şüphesiz tarihi önemdedir.
Yukardaki tabloya bakıldığında DP iktidarında Türkiye, yıllık olarak ortalama %8 iktisadi kalkınma, halk-devlet yakınlaşması, daha önce şehirlerarasında bile bulunmayan asfalt karayolları, Birecik Köprüsü’nin açılmasıyla birleşen Doğu-Batı, artan köy-kent ilişkileri, halkın gelişen düşünce yapısı, ODTÜ başta olmak üzere yeni açılan beş üniversite ve hariciye alanında yaşanan köklü değişimler sonucu, on yılda ortalama üç kat büyümüştür.
Türkiye’nin bu süreçte Kore’ye asker gönderilmesi, Avrupa Birliğine üyelik süreci, Orta Doğu’da Bağdat Paktı’nın kurulmasına öncülük etmesi ve SSCB’nin tehditlerine karşı NATO üyeliği başta olmak üzere bölgesel ve küresel alanda, aktif rol almaya çalıştığı görülmektedir. Özellikle Kıbrıs’ın Rumlar tarafından ilhakına karşı Londra ve Zürih anlaşmalarıyla kazanılan haklar sonucu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulma süreci başlamıştır. Ancak bu süreç, Türkiye’nin gelişmesinden rahatsız olan ve Türkiye’nin çıkarları gereği Rusya kartını kullandığını ve tarihi kodları üzerinden yeniden dirilişe geçtiğini gören dış güçler, bir kısım gençler ve cuntayla meşru ve yasal iktidara karşı 27 Mayıs 1960 yılında silahlı darbe yapmıştır. Bu, Adnan Menderes liderliğindeki 10 yıllık Demokrat Parti’nin Büyük Türkiye İdealine ve çalışmalarına vurulan, ilk dış destekli askeri, siyasi ve ekonomik darbedir. Örneğin, Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi ve Barajlar dâhil olarak ağır sanayi, onlarca Profesör kadrosunda milli düşünceye akademik personel, 600 civarında üst düzey bürokrat ve TSK’daki 290 generalden 235 general ve amiral, 7 bin albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay ordudan tasfiye edilirken, ilk kez halk tarafından seçilen 500 civarında DP’nin siyasi kadroları da tasfiye edilmiştir.
Bu süreçte dikkatimi çeken diğer hususlar ise Menderes’in üç oğlu şaibeli şekilde değişik zamanlarda vefat ederken 2023 yılında Ankara Hukuk Fakültesi arşivinde yaptığım çalışmada, burada okuyan Adnan Menderes’in öğrenci dosyasının, 27 Mayıs darbecileri tarafından boşaltılmıştır.
Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dış işleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun idam edilmesiyle sonuçlanan 27 Mayıs darbesinin başlıca sebepleri olarak aşağıdaki konular olduğu düşünülmektedir.
- DP ve Adnan Menderes’in Büyük ve Güçlü Türkiye idealine bağlı çalışmaları,
- Ezan’ın Arapça okunmasının serbest bırakılması,
- Radyo’da Kur’an-ı Kerim ve halk müziğinin okunmasının serbest bırakılması,
- Tarih ve Anadolu üzerindeki maddi ve manevi baskının kaldırılması,
- Başta İstanbul’un imarı olmak üzere Osmanlı Hanedanı kadınlarının geri getirilmesi,
- Kıbrıs’ın İngiltere’den alınma faaliyetleri,
- Türkiye’nin İran, Pakistan, Mısır, Irak ve Suriye ile derinlemesine yakınlaşma çabaları,
- Libya ve Cezayir’in kurtuluşuna NATO üyeliğine rağmen destek çabaları,
- Bağdat Paktı üzerinden İslam Birliği faaliyetleri ve Adnan Menderes’in Rusya kartını kullanmaya başlaması,
- Tarım ve hayvancılığa yönlendirilen Türkiye’nin ağır sanayi çabaları,
27 Mayıs Darbesi
1957 seçimlerinden de umduğunu bulamayan İsmet İnönü, önce DP’ye Büyük Taarruz yolunda saldırı başlatmıştır. CHP gençlik kollarının doğrudan katıldığı İstanbul ve Ankara’daki öğrenci olaylarından sonra (555K) iç ve dış medya DP ve Başbakan Adnan Menderes’i hedef almıştır.
Darbenin ilk adımı olarak görülen Dokuz Subay olayının üstüne gitmemek ve darbeciler yerine onları ihbar eden Samet Kuşçu’yu cezalandırmak belki de Menderes’in en büyük hatası olmuştur.
Bu süreçte yapılan ve tarihte ilk kez Türk halkının oyuyla iktidara gelen Demokrat Parti’nin lideri Adnan Menderes’in devrildiği 27 Mayıs 1960 darbesi, Cemal Madanoğlu’nun liderliğinde 38 kişiden oluşan ve daha sonra 14 kişinin tasfiyesiyle 24’e düşen Türkiye’nin ilk cunta darbesidir.
Modern Türkiye’nin ilk kanlı askeri darbesi olan 27 Mayıs Darbesi, kendisinden sonra 10 yılda bir darbe nöbetine tutulan Türkiye’de cebren ve hileyle kabul edilen 1961 Anayasasının, tüm anayasalardan daha demokratik olduğu iddia ediliyor. Bu konuda Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili 111. Maddesi, darbeci askerlerin tabi ve ömür boyu Senato üyeliği ve bir yıl sonra Temmuz ayında %61,57 ile kabul edilen Anayasaya göre, Cumhurbaşkanı adaylığında 40 yaş üstü olmak ve o zamanlar zaten nadir bulunan üniversite mezunu olmak gibi şartlarla (Ayrıca DP’li 3 ay sonra Ali Fuad Başgil’in cumhurbaşkanı adaylığı de tehditle engellendi ve ilk DP lideri olan Ragip Gümüşpala da şaibeli şekilde vefat etmiştir), 1961 anayasasının hiç de demokratik olmadığı görülmektedir ki; bundan sonra yapılan darbe girişimleri ve 1965 seçimlerinden zaferle çıkan Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi de engellenmeye çalışılmıştır.
16 Eylül 1961 yılında Polatkan ve Zorlu’nun idamından bir gün sonra darağacına çıkan Başbakan Adnan Menderes’in son sözleri dikkat çekicidir:
“Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.”
Bu sürecinde sonunda 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 2007 yılında da cunta darbeleri olmuştur. Ancak 15 Temmuz 2016’da yapılan son FETO/Cunta darbesine karşı, tankları elleriyle durduran halkımız, DP’yi kalkış noktası yaparak, Türkiye ve dünya siyasi tarihinde ilk kez karşı devrim yapmış ve kendini DP’nin devamı olarak göre Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve son 23 yıldır Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, Büyük Türkiye idelinden Türkiye Yüzyılına doğru emin adımlarla ilerlemektedir.