Ruhani Savaşçılar ve Dijital Mehdi

Ruhani Savaşçılar ve Dijital Mehdi

Terör Örgütlerinin Yeni Propaganda Teolojisi

Terörizm, artık yalnızca patlayıcılarla, silahlarla, kanla tanımlanan bir olgu değil; aynı zamanda bir fikir, bir imge, bir anlatıdır. Modern çağ, bu kavramı sadece fiziki araçlarla değil; anlamla, sembolle ve daha da derinde, inançla yeniden şekillendiriyor. Bombanın sesi bir manifestoya dönüşüyor, silahın gölgesi bir ideolojinin parçası haline geliyor. Öldürmekten ziyade “konuşmak”, korkutmanın ötesinde inandırmak hedefleniyor. Bu yeni strateji, yalnızca fiziksel güvenliği tehdit etmiyor; aynı zamanda kültürel, psikolojik ve sembolik alanlarda da büyük sarsıntılara neden oluyor. Savaş, artık zihinlerin, inançların ve kimliklerin içinden geçiyor.

Radikal yapılar için kutsal savaş kavramı da dönüşüyor. Savaşanlar yalnızca silahlı cihatçılar olmaktan çıkmışcasına, ekran başında birer ruhani savaşçıya dönüşen gençler var. Bu gençler, herhangi bir cephede yer almaktan ziyade; bilgisayar başında, kulaklıklarıyla, mavi ekran ışığında, sosyal medya algoritmalarının sürüklediği yollarda savaşa dahil oluyor. Bir videoya yapılan yorum, bir paylaşımın altına bırakılan dua, bir mesaj zincirinde kullanılan kutsal sembol; hepsi bu yeni savaşın küçük ama etkili mühimmatları haline geliyor.

İşte tam da bu noktada, eski dünyanın mehdisi yerini dijital mehdiye bırakıyor. Ne kılıç kuşanıyor, ne minbere çıkıyor; yalnızca bir video, bir tweet, bir görsel ile binlerce genç zihinde yerini alıyor. Dijital mehdi bir karizmatik liderden ziyade bir kurgunun, bir arzunun ve çoğu zaman da bir boşluğun ürünüdür. Gençler onu aramaz; o, onların ekranlarına gelir. Bazen yapay zekâ ile üretilmiş bir ses, bazen şifreli bir Telegram mesajı, bazen de oyunlaştırılmış bir kutsal çağrı aracılığıyla.

Dijital mehdi figürü, sadece bir kurtarıcı olmaktan çıkmış aynı zamanda bir aidiyet kodudur. Onu takip edenler için bu bir siyasal tercih yerine varoluşsal bir yönelim haline gelmektedir. Adeta yalnızlıkla sarmalanmış bir neslin içinde yankılanan sessiz bir çığlık gibidir. “Seni gören biri var” duygusunu verir. Bu yüzden etkisi derin, yayılımı hızlı, önlenmesi zor olur. Çünkü dijital mehdi, bir kişi değil; bir imajdır. Ve bu imaj, inanç hususunu ihtiyaçla besler. Toplumsal yabancılaşma, ekonomik eşitsizlikler, kimlik arayışı, aileden kopuş, eğitim sistemine yabancılaşma gibi menfi hususların hepsi bu dijital mehdi inşasının harcına dönüşür. Radikal yapıların yaptığı şey ise sadece bu malzemeyi işlemek, bu duyguyu manipüle etmektir.

Bugün artık sadece kimlik soran bir devlet değil; anlam soran bir gençlik var. Bu gençlik, YouTube’da kurtuluş başlığını arıyor; TikTok’ta kutsal lider etiketine bakıyor; Telegram’da, mehdi geri döndü yazılı kanallarda vakit geçiriyor. Oysa ne bir lider var orada, ne de gerçekten bir kurtuluş. Sadece zihinlerin inşa ettiği bir dijital illüzyonu barındırıyor. Ve bu illüzyon, gerçekliği dönüştürecek kadar güçlü bir hal alıyor.Artık terörizm,  yalnızca fiziki bir ruhani bir yanılsamanın, algoritmik bir büyünün adı haline gelmekte.

Bu figürün, klasik dini mitolojinin ürünü olduğunu bilsek de yeni biçimiyle, teknolojik araçlarla dokunmuştur. Mehdi, yani kurtarıcı, dijital çağda neredeyse bir yazılım güncellemesi gibi sunulmaktadır: Yeni, hızlı, şifreli ve derin. Onun konuşması bir imam vaazını kenara atıp bir yayın; çağrısı ezan yerine bir bildirimdir. Bu algı yönetimi, modern istihbarat sistemleri için yalnızca bir güvenlik sorunu olmakla birlikte aynı zamanda bir zihinsel kuşatma meselesidir. Çünkü bu yeni tarz propagandaları bir yaşam biçiminin temsilcisidir. Mehdi’yi beklemek ; onu algoritmanın içinden sezmek çağın mottosudur.

Sosyal medya platformları yalnızca iletişim araçlarını kullanmaktan ziyade minber, karargâh, hücre evi hâline gelmiştir. Herkesin cebinde taşıdığı bu mecralar, radikal ideolojilerin yeni cihat alanına dönüşmüş, görsel içerikler birer dijital vaaza, paylaşımlar birer propaganda risalesine evrilmiştir. Özellikle Telegram, Discord, Reddit gibi yarı-kapalı sistemler, adeta yeni nesil tarikat merkezleri gibi işlemekte, kimliksiz sadakatler, dijital biatlar bu platformlarda şekillenmektedir. Buralarda dinî referanslar dijital dile çevrilmekte, hadisler alıntı formatına bürünmekte, dualar görsel efektlerle dramatize edilmekte, sureler ses dosyasına indirgenerek propaganda aracı haline getirilmektedir. Bu dijital tekkelerde müridlik artık profil resmiyle ölçülürken, ihvanlık Telegram’daki aktiflik grafiğiyle tanımlanır olmuştur.

Ve burada, herkesin adını bildiği ama yüzünü asla görmediği o kurtarıcı figür, bir tür dijital mehdi olarak sunulmaktadır. Bu figürün karizması ; şifresi, etkisi ve erişimidir. Sözde liderler, karanlık ekranlarda seslerini değiştirerek konuşur, yüzlerini maskeleyerek görünür olurlar. Konuşmaları bazen bir yapay zekâ tarafından oluşturulur, bazen bir bilgisayar yazılımıyla manipüle edilir. Yüzleri yoktur; ancak fikirleri, tıklanma sayıları kadar güçlüdür. Onlar teknolojik olarak erişilmez kılınmışlardır. Mehdi bir fenomendir. Ve bu fenomen, yapay zekâ ile üretilmiş sesler, deepfake videolar ve şifreli metinlerle büyütülmektedir. Dijital kutsallık, manipülasyon teknolojisiyle harmanlanınca; gerçek ile sanal arasındaki çizgi silinir, yerini “inançla kodlanmış bir hayal” alır.

2025 yılı itibarıyla birçok ülkenin güvenlik raporlarında ortak bir alarm tonu yükseliyor: “Mehdi arketipi üzerinden radikalleşme”. Özellikle Almanya, Fransa, İngiltere ve Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde, genç bireylerin bu tür sanal mehdi figürleri aracılığıyla radikal içeriklere çekildiği belgelenmiş durumda. Amerika Birleşik Devletleri’nde FBI ve İç Güvenlik Bakanlığı (DHS), “dijital tarikat liderleri” kavramını resmî terminolojisine dahi ekledi. Bu yapıların belirli bir fiziksel merkezleri yok, liderleri görünür değil ama etkileri, devletin güvenlik protokollerini alt üst edecek düzeyde ciddi. “Bir ekranda doğan mehdi, bir şehirde bomba patlatabiliyor” cümlesi, artık bir mecaz bir kavram değil, gerçek bir güvenlik gerçeği olarak kabul ediliyor.

Türkiye özelinde de benzer bir tablo söz konusu. Son aylarda tespit edilen Telegram gruplarında sanal hilafet meclislerine benzer yapılar kuruluyor. Bu meclisler, klasik Selefi-Vehhabi yorumun dijitalleştirilmiş bir versiyonunu sunuyor. Her üye kendine bir rol belirliyor: bir kısmı mürşid, bir kısmı fetva sorumlusu, bir kısmı ise ilahi yazarı olarak konumlanıyor. Ortaya çıkan yapı, klasik terör örgütlerinden çok daha esnek, daha sızıcı, daha görünmez ama bir o kadar da radikal bir yapıya evriliyor. Zira bu dijital örgütlenme biçimi, ne mekâna ihtiyaç duyuyor, ne paraya, ne de fiziki bir hiyerarşiye. Tek ihtiyacı olan: inanç, ekran ve dikkat.

Bu sanal yapılarda gerçeklik kayboluyor, yerine kurgulanmış bir kutsallık geçiyor. Mehdi artık gökten inmiyor, ekrandan iniyor. Vaazlar camide olmak yerine, Discord ses kanallarında veriliyor. Biatlar imam huzurunda yok; emojiyle, “like”la, “paylaş”la yapılıyor. Cihad artık tüfekle değil, TikTok içeriğiyle başlıyor. Bu durum, güvenlik açısından ve toplumsal psikoloji açısından da ciddi bir tehdit. Çünkü bu yapılar, aynı anda hem aidiyet sunuyor, hem de gerçekliğin yerine geçecek kadar güçlü bir anlatı sağlıyor.

Bu dijital kurtarıcı miti, teknolojik devrimle birleşince ortaya hibrit bir kehanet politikası çıkıyor. Mehdi’yi bekleyen bir genç artık yalnız hissetmiyor. Onunla aynı şeyi bekleyen, aynı şifreli mesajları alan, aynı düşmanı hedef gösteren binlerce “dijital kardeşi” olduğunu biliyor. Bu topluluk, herhangi bir örgütten çok daha bağlı, çok daha disiplinli ve çok daha gözden uzakta. Çünkü fiziki bir kampta ter dökmek yerine; cebindeki telefonda yaşıyorlar. Gerçeklik algısı kayıyor, kutsallık sanallaşıyor, sadakat dijitalleşiyor. Bu yüzden terör artık yalnızca fiziki güvenlik meselesi olmaktan çıkıp aynı zamanda dijital bir inanç sistemine karşı yürütülen bir anlam savaşı haline geliyor.

Bu noktada üzerinde durulması gereken bir başka husus ise örgütlerin kutsallığı, sadece dini olmaması ; mistik ve metafizik alanları da kullanarak kodlamasıdır. Artık “maneviyat” kavramı yalnızca bir dinin kutsallığına dayanmıyor. Astrolojiden tasavvufa, Matrix filmlerinden anime kültürüne kadar pek çok mecra,uyandırılmış seçilmiş birey mitolojisiyle bu radikalleşmenin taşıyıcısı hâline geliyor. Kimi çocuklar “5G’nin aslında mehdi frekansı” olduğuna inanırken, kimileri için “karanlık internet” bir tür sırat köprüsüdür. Ve ne yazık ki bu kavramlar, oldukça bilinçli şekilde örgütlerce manipüle ediliyor. Çocuklara ve gençlere yönelen bu yapılar, klasik militarizmin aksine; onları bir savaşçı mecburiyetinden üzerinde çalışılmış bir seçilmişe dönüştürmeyi amaçlıyor. Bu seçilmişlik duygusu, onları ailelerinden, okullarından ve devlet yapılarından koparıyor. Ve bir kez o inşa edilmiş dijital mehdiye bağlandıklarında, fiziksel bir örgütlenmeye ihtiyaç bile kalmıyor.

Tam da bu hususta alınması gereken önlem , güvenlik konseptini yeniden düşünmek teşekkül etmek zorunda. Çünkü terör artık evlerimizin içinde. Cebimizde taşıdığımız telefonlar, zihnimizi yeniden biçimlendiren ekranlar, gecenin bir vakti gelen bildirimler hepsi bu yeni tehdidin sızma biçimidir. Paravan isimlerle gönderilen YouTube linkleri, Telegram’dan akan “sanal suretli vaazlar”, TikTok’ta karşımıza çıkan karizmatik ama tehlikeli genç figürler.Bunların her biri, çağımızın dijital cihad estetiğinin bir parçası haline gelmiştir. Artık bombalar imgeler, sloganlar ve görseller patlamaktadır. Mehdi, savaş meydanında olmaktan çıkmış algoritmanın kalbinde doğuyor. O artık bir takvimle değil, bir trendle gelir. Ne zaman ve nasıl geleceği bilinmez; ama bildirim geldiğinde binlerce genç zaten onu bekliyor olur. Çünkü ekran artık sadece bir araç olarak kullanılmaz ve bir kutsal pencere gibi işlemektedir. Ekranın öbür ucunda, kendilerine “seçilmiş bir görev” yüklenmiş hisseden, dijital yeminlerini emojiyle eden, ruhsal boşluklarını kutsal simulasyonlarla dolduran binlerce genç vardır.

Olaya derinlemesine bakınca klasik güvenlik refleksleri artık yetersiz kalıyor. İstihbarat servisleri bu tehdide karşı yalnızca operasyonel güçle yeterli olmayacağını anlamalı ve çok katmanlı, çok dilli, çok kültürlü stratejilerle karşılık vermek zorundadır. Açık kaynak istihbarat (OSINT) yöntemleriyle şifreli dil çözümleme, dijital vaazların semantik ve söylem analizleri, yapay zekâ destekli içerik izleme sistemleri, algoritmik davranış haritaları.Bunların hepsi artık istihbaratın teknik donanımının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ancak burada asıl mesele kültüreldir. Çünkü karşı karşıya olunan tehdit bir yazılım gibi görünse de bir anlatıdır. Bu anlatı, gençleri içine çeken bir estetikle, dijital dilin maharetiyle ve kutsallık simülasyonuyla örülüdür. Ve bu tür bir anlatıya ancak daha güçlü, daha sahici, daha insanî bir anlatıyla karşılık verilebilir.

Tam da bu yüzden,mesele yalnızca emniyetin, istihbaratın ya da kolluk güçleriyle birlikte aynı zamanda dinî, kültürel ve eğitimsel kurumların da meselesidir. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumsal yapılar, klasik vaaz formatını terk edip, yeni nesil anlatı biçimlerine geçmek zorundadır. Gençliğe “korkma” ya da “itaat et” değil; “anla”, “düşün”, “üret” mesajları verilmelidir. Çünkü dijital çağda anlatılar emir yerine karşılıklılık esasınca etkileşimle çalışır. Mahalledeki imam kadar YouTube’daki içerik üreticisi, okul koridorundaki öğretmen kadar TikTok’taki ilham veren genç, bu kültürel mücadelede rol üstlenmektedir.

Toplumun da bu tehdidi yalnızca uç nokta olarak değil, bir kültürel sızma olarak görmesi gerekir. Gençlerin ilk teması bir silahla olsa da; “sizi anlıyoruz” diyen bir dijital söylemle de oluyor. Bu söylem bazen dini bir referansla, bazen mitolojik bir kodla, bazen ise sadece ruhsal bir destek vaadiyle sunulur. Anlam arayan bir genç, bir tıkla bir topluluğa dahil olur. Bu, salt güvenlik duvarlarıyla engellenemez. Ancak alternatif bir anlam üretimiyle yön değiştirilebilir.

Gençlere mehdi bekleme yerine, anlam üret denmelidir. Kutsal olanı ararken, aklın pusulasına güvenmesi gerektiği öğretilmelidir. Dini değil; dini kullanan yapıları sorgulamaları teşvik edilmelidir. İman ile istismar arasındaki farkın, hurafe ile hikmetin ayrımının yapılabildiği bir bilinç düzeyine ihtiyaç vardır. Bu ise ancak dijital çağın dilini bilen, gençlikle aynı frekansta konuşabilen, onların yalnızlığını yargılamadan anlayan bir anlatı ile mümkündür.

Devletin ve toplumun elindeki en etkili savunma aracı, sadece yasa ve güvenlik gücü olmaktan çıkmıştır yerini alan ise anlamdır. Anlamı geri almadıkça, ekranlardan doğan bu kutsal yanılsamalar, daha çok genci içine çekecektir. Unutulmamalıdır ki terör artık ideolojiden beslenmiyor; çoğu zaman yalnızlıktan, anlaşılmamışlıktan, kimliksizlikten besleniyor. Ve dijital mehdi tam da bu boşluğa doğuyor. Onu engellemenin yolu, gençlerin iç dünyasında o boşluğu sahici ve insanî bir anlatıyla doldurmaktan geçer. Kimi zaman bir öğretmenle, kimi zaman bir dijital içerikle, kimi zaman da bir dostlukla.

Terörle mücadelenin en sert cephelerinden biri artık sınır ötesi dağlarda yaşanmıyor ekranların da içindedir. Ruhani savaşçılar, sanal zikir halkalarında yer almakyı bırakıp Discord forumlarında, Telegram kanallarında, algoritmaların gizli tünellerinde yetişiyor. Dijital mehdi, bir çölden doğmak yerine bir kod satırından, yapay zekâ tarafından şekillendirilmiş bir ses dalgasından, bir simülasyonun içinden doğuyor. Artık kılıçla savaş yerini kelimelere bırakıyor;artık hedef savaşçı ise zihindir.

Mehdi’nin kim olduğunu bilmek yetmez; onun neden bu kadar çok beklendiğini, neden dijitalde bu kadar güçlü yankı bulduğunu da anlamak gerekir. Çünkü artık karşımızda bir insan yok, bir inanç biçimi var. Ve bu biçim, anlam boşluğuna, aidiyet arayışına, kimliksizlik ve yalnızlık zeminine inşa edilmiş en karmaşık propagandalardan biri. Onunla savaşmak için önce anlamı geri kazanmak gerek. Anlatının boşluklarını hakikatle doldurmak, genç zihniye sunulan sahte kurtuluş mitlerinin yerine sahici yollar koymak gerek.

Zira çağımızda savaş sadece toprak için olmuyor ; kalp, zihin ve ruh için veriliyor. Dijital mehdi’yi durdurmak; yalnızca teknolojiyi değil, o teknolojinin içine sızan inanç açlığını, aidiyet arayışını, metafizik boşluğu da anlamaktan geçiyor. Gerçek zafer, bir ağı kapatmakla olmaz , o ağa hiç düşmeyen bir bilinç inşa edebilmekte yatar. Çünkü en sinsi kötülük, artık karanlıktan ekran ışığına saklanıyor. Ve bu karanlık çağlar mumla aydınlamayı bırakıp anlamla aydınlatılır.

 

Yazar