Cenevre’de BM ofisinde devam eden ve 12 Ocak itibarı ile garantör ülkeler olan Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın da dahil olacağı Kıbrıs müzakareleri uluslararası kamu oyu tarafından dikkatle takip edilmektedir. Uzun süredir yapılan her türlü girişimin sonuçsuz kaldığı müzakere sürecinde, bu sefer ilerleme kaydedileceği düşünülmektedir.
Bu süreçte ABD ve AB’nin de çözümü destekleyici ciddi girişimleri olduğu bilinmektedir.
Fakat çözümden bahsedilirken, ortaya konulan önerilerin ana çerçevesi ve uzlaşılamayan yönleri nelerdir?
Çözüm kapsamında, özellikle BM tarafından ortaya koyulduğu tahmin edilen, uluslararası basına yansıyan ana çerçeve maddeler halinde aşağıda incelenmiştir. Bu kapsamda:
Maddeler incelenirken rahatlıkla anlaşılacaktır ki, özellikle toprak devretme, Türkiye’nin garantörlüğüne (en azında orta vadede) ihtiyaç duymama ve (AB üyesi olan bir) adada asker bulundurmamasını sağlama hususları asıl anlaşmazlığın doğacağı gündemi oluşturmaktadır.
Bu anlaşmazlıkların yanı sıra, Kıbrıs civarında keşfolunduğu açıklanan gaz kaynakları ve olası potansiyelin de çözüm sürecini negatif etkileyecek etkenlerden bir tanesi olmaması konusunda temenniler, özellikle yabancı basın kuruluşlarınca dillendirilmektedir.
Hatta bu konuda özellikle; kaynakları asıl hak eden Rum kesiminin (!), Türk kesimi ile olası bir birliktelikte paylaşılmasını istememekte haklı oldukları, paylaşılması durumunda ise; karşılığında başka tavizler almaları gerektiği tarzında algı operasyonları da yürütülmektedir.
Peki Kıbrıs denildiğinde akla hangi boyutta enerji kaynakları gelmektedir ve Kıbrıs için enerji politikaları kısaca nasıl yorumlanabilir?
İncelemeye google earth kullanılarak hazırlanan bir harita üzerinden başlanırsa
Harita1: Afrodit, Zohr, Leviathan Sahaları
Haritadan da anlaşılacağı üzere,
Güney Kıbrıs’ın varsayılan kıta sahanlığı içerisinde keşfi duyurulan Afrodit sahasının iddia edilen rezervi olduğu varsayılarak nasıl üretilebileceği, geliştirilebileceği ve mevcut kaynaklarının ne anlama geldiği incelenir ise:
Not: Bu konuda kurgu yapılırken, öncelikle Türkiye’nin duruma negatif bir siyasi müdahalesi olmayacağı varsayılmıştır.
Bu varsayımın akabinde; finansal, teknik ve ekonomik problemlerin çözülmesinin yanı sıra uygun market ile de anlaşma sağlanması durumunda:
Bu seçenekler dikkate alınarak, saha özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, yapılabilecek olası bir üretim projeksiyonu incelenirse:
Grafik1 : Afrodit Sahası Olası Üretim Projeksiyonu
Not: Sahanın ilgili süreçler, ekonomik kısıtlar vb. teknik durumları dikkate alındığında, en erken 2025 yılında üretime alınabileceği (en iyi ihtimalle), yaklaşık 3 yılda maksimum üretim seviyesi olan 7 milyar m3/yıl’a ulaşacağı ve bu seviyeyi 7 yıl boyunca koruyabileceği varsayılmıştır.
Bir boru hattının inşası için uzun vadeli satış planları dikkate alınırsa, yıllık 5 milyar m3’lük düzenli bir sevkiyat en fazla 10 yıl boyunca devam edebilecektir. (2026-2036 yılları arasında)
Bu miktar Türkiye’nin en azından 60 milyar m3/yıl olacak 2026 yılındaki talebi ile kıyaslandığında, talebin %8’i olduğu anlaşılacaktır.
(Not: Talebin beklenene kıyasla daha az olmasının en önemli sebebi Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santrallerin faaliyete başlaması olarak öngörülmüştür. Ayrıntılı bilgi için: http://www.turkenerjibirligi.org/tespamyedek/aralik2015-rapor-rusyasiz-gaz-denklemi-2015/)
Yüzde 8’lik bir katkı çok da büyük bir anlam ifade etmemektedir.
Her ne kadar yaklaşım çok tutarlı olmasa da, rezerv olduğu iddia edilen bütün hacmin üretilerek satılmasından, 1000 m3 başına, bugünün koşullarında en iyi ihtimalle 100 $ kar edildiği varsayılırsa, toplam kar 11,5 milyar $ edecektir. Zaten derin su koşulları, sıfırdan inşa edilmesi gereken yüzey tesisleri, vergiler vb. koşullar da dikkate alındığında, 1000 m3 başına elde edilebilecek karın oldukça yüksek seviyede varsayıldığı görülecektir. Yani elde edilecek miktar, bir ülkenin güvenlik stratejileri dikkate alındığında çok da büyük bir anlam taşımamaktadır.
Mısır’da keşfedilen Zohr sahası neticesinde bölgede beklenen potansiyel konusu ise, TESPAM bünyesinde önümüzdeki aylarda hazırlanacak ve teknik detaylı yorumlar ile analiz edilerek kamu oyu ile paylaşılacaktır. Bununla birlikte, algı operasyonu oluşturulduğu oranda büyük beklentiler içerisine girilmemesi faydalı olacaktır. Sonuçta ilgili bölgelerde bırakın keşif sondajını, sismik veri toplama yada yorumlama çalışmaları dahi yapılmış değildir.
İsrail gazı konusundaki, yürütülen ve hala birçok basın kuruluşu ve resmi kurumlarca da dikkate alınabilen tutarsız algılar da dikkate alınınca, bu gibi hususların nasıl politik şantaj argümanı olarak kullanılabildiği iyi incelenmelidir.
Mevcut kaynaklar ile ilgili genel değerlendirmeden sonra, çözümü özellikle (Türkiye’nin gerçek yüzlerini idrak etmeye başladığı ABD-AB gibi) Batılı ittifak grupları tarafından ısrarla istenen Kıbrıs sorunu nihayete erdiği takdirde neler olabileceğine dair; bazı batılı yayın organlarında paylaşılan gündem maddelerine bakıldığında:
Bu ifadeler, batı bloğu tarafından kurgulanan oyunun derinliğini ve Türkiye’de oluşturulmaya çalışılan tutarsız algılarla nelerin hedeflendiğini göstermektedir. Çünkü yukarıda projeksiyonlarla ifade edilen keşfedilmiş kaynaklar, ne Türkiye ne de AB için o kadar da önemli olarak algılanacak kadar büyük değildir. Türkiye zaten Orta Doğu’da artık Rusya ile birlikte hareket etmektedir.Batı bloğu tarafından kendisine yapılan farklı tarzdaki saldırıların da ana sebeplerinden bir tanesi budur. AB üyelik sürecinin böyle hususlarda yeniden gündeme getirilmesi ise artık iyice mide bulandırmaktadır.
Türkiye batı bloğu ile her ne kadar ilişkilerini sürdürmeye devam etse de, değişen dünya düzeninde birçok farklı alanda düşük yoğunluklu çatışmaları ile başlamış olan bir dünya savaşında tarafını seçmeye başlayan ve bütün dengeleri değiştirebilecek konumda olan bir ülke olarak, durumunu iyi analiz etmeli ve atacağı adımlarda kararlı tutumunu sürdürmelidir.
Aksi halde girilen zorlu mücadele yolunda, dökülen kanlar ve gayretler ile elde edilen kazanımlar kaybedilmiş olacaktır.
Bununla birlikte Kıbrıs’ın tamamı aslında, Osmanlı’nın varisi olan Türkiye’nin zaten hakkıdır.
Bu hakka ek olarak, Türkiye’nin kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesi kapsamına giren bazı alanlar, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Mısır arasında yapılan anlaşmanın, BM’de onaylanmasından sonra, Kıbrıslı Rumlar tarafından 2004’te resmen gasp edilmiştir.
Olası bir birleşme ve vaat edilen Kıbrıs çözümü sonrasında Türkiye’nin kıta sahanlığı ve Akdeniz’deki etki alanı da iyice kısıtlanacaktır.
Mevcut durumda Türkiye’nin etkinliğinin kırılması için bunca çaba gösteren BM, NATO ve Batı bloğunun, AB üyesi olan birleşmiş bir Kıbrıs üzerinde ne tür oyunlar kurgulayabileceği açıktır.
Yani yeniden enerji açısından bakıldığında:
Sonuç olarak, Kıbrıs’ta Türk hakimiyeti ve askeri varlığı bütün enerji denklemlerinin üzerindedir.
Yani bu durumda, Kıbrıs çözüm önerileri kapsamında değerlendirilen, çift eyaletli-dönüşümlü başkanlık sistemi gibi fikirlerin dışında, başka alternatifler geliştirilmesi daha faydalı olabilecektir.
Geliştirilmesi gerekse de, değerlendirilebilecek bir alternatif olarak aşağıdaki maddeler incelenebilir:
Kıbrıs müzakere sürecinde bu sefer de ekonomik açıdan hız kazanan saldırılar dikkate alındığında, Türkiye’yi çok daha zorlu günlerin beklediği kesindir. Fakat konumu, tarihi ve sahip olduğu değerleri gereği, Türkiye’nin artık özgür, kararlı ve tutarlı adımlar atması zorunludur.
Çünkü sadece bölgesinin, medeniyet coğrafyasının, İslam dünyasının değil, bütün insanlığın huzuru; değişen dengelerde kilit ülke konumunda olan Türkiye’nin atacağı adımlara bağlı olacaktır.
Kıbrıs da bu adımların önemlilerinden bir tanesidir.
Oğuzhan AKYENER
TESPAM Başkanı
1 Comment
[…] Harita 1: Rumların Türk Arama Ruhsat Alanlarında Gasp Ettikleri Alanlar (Kaynak: https://www.tespam.org/muzakere-edilen-bizim-kibris-enerji/) […]