2023 KAHRAMANMARAŞ BÖLGESİ DEPREMLERİNİN ENERJİ, EKONOMİ, ÇEVRE ve SOSYOLOJİ PERSPEKTİFLERİNDEN ETKİ ANALİZİ
Türkiye 6 Şubat 2023 tarihinde, Sofalaca-Şehitkamil-Gaziantep merkez üssünde yerel saat ile 04:17’de Mw=7.7 şiddetinde, Ekinözü-Kahramanmaraş merkez üssünde yerel saat ile 13:24’de de şiddeti Mw=7.6 olan iki deprem ile sarsılmıştır (Kandilli Rasathanesi, 2023).
Yaşanan depremler akabinde şiddeti 5 Mw üzerinde olan birçok deprem ve farklı şiddetlerde ölçülen binlerce artçı şok hissedilmiştir. Hatta ilgili hareketlenmeler Hatay bölgesinde yer alan KD-GB doğrultulu Antakya Fay Zonu üzerinde 6.4 şiddetinde yeni bir depremi de tetiklemiştir (Kandilli Rasathanesi, 2023).
Bölgede bir türlü azalmayan sismik hareketlilik, makro düzlemdeki plaka hareketlerinin tetiklediği tahmini zor ihtimaller ve yer bilimlerine dair tanımlama süreçlerindeki veri eksikliklerinden kaynaklanan soru işaretleri, bundan sonra yeni depremlere dair yaşanabilecekler hakkında ne yazık ki, rahatlatıcı bir tablo ortaya koymayı güçleştirmektedir.
Yaşanan depremler toplam nüfusu yaklaşık olarak 14 milyona erişen ve yüzölçümü 108,745 km2 olan (afet bölgesi ilan edilen) 11 vilayette çok büyük boyutlarda yıkıma sebep olmuştur. Bu vilayetlerden özellikle Kahramanmaraş, Hatay, Malatya ve Adıyaman yaşanan depremlerden negatif etkilenmiştir. Bu dört büyük vilayette şehir merkezlerindeki ve birçok ilçedeki yıkımın boyutları (mevcut binalardaki yüzde ellilik seviyelere erişen) ağır hasarlı ve yıkılan bina sayıları incelendiğinde çok vahim bir tablonun ortaya çıkmasına yol açmıştır.
İlgili nüfus potansiyeli ve etkilenen coğrafi alan, kıyaslama yapıldığında dünya üzerindeki birçok ülkenin toplam nüfusundan daha kalabalık ve yüzölçümünden daha büyük ölçekteki bir alanı etkilediği dikkate alınırsa, sürece müdahale edebilmenin ne derece zor olduğu daha rahat idrak edilebilecektir. Ayrıca, afetin ilk günlerinde erişim imkânlarının ve ulaştırma altyapılarının hasar görmüş olması, ilgili vilayetlerdeki kamu kurumlarına ait olan binaların da kullanılamaz durumda oluşu ve kötü hava koşulları da müdahale süreçlerini güçleştirmiştir.
Her türlü olumsuzluğa rağmen yoğun bir arama – kurtarma süreci yönetilmiştir. Fakat yüzbinlerce bina yıkılmış veya ağır hasarlı konuma gelmiştir. Bazı şehirlerde neredeyse hiç oturulabilecek ev kalmamıştır. Binlercesi kurtarılsa da, on binlerce insan vefat etmiş ve yüz binlercesi yaralanmıştır. Bu tablo ilgili vilayetlerden dışarıya doğru yoğun bir geçici ve/veya zamana bağlı olarak kalıcı hale gelebilecek olan göç dalgasının oluşmasına sebep olmuştur.
Deprem Türkiye’yi ne yazık ki, sadece kaybettiği ve yaralanan insanları nezdinde değil, ekonomik, sosyolojik ve güvenlik gibi birçok açıdan da derinden etkilemiştir.
Afet bölgesi ilan edilen 11 vilayet Türkiye için neredeyse;
- Gayri Safi Yurt İçi Hasılasının (GSYİH) %10’u,
- İhracatının %9’u,
- İthalatının %6’sı,
- Yüzölçümünün %14’ü,
- Nüfusunun %16’sı,
- Tarım ve ormancılık alanındaki üretiminin %14’ü,
- Sanayi üretiminin %12’si,
- Sosyal alandaki kamusal yatırımlarının %14’ü,
- Elektrik kurulu gücünün %20’si,
- Lisanslı elektrik üretiminin %19’u,
- Lisanslı kurulu gücün %23’ü,
- Lisanssız kurulu gücün %24’ü,
- Lisanssız elektrik üretiminden ihtiyaç fazlası olarak sisteme verilen enerji miktarının %24’ü,
- Faturalandırılmış elektrik tüketiminin %18’i anlamına gelmektedir (TUİK).
Bu verilere bakıldığında, afet bölgesi olarak ilan edilen bu 11 vilayetin; Türkiye’nin insan kaynağı, altyapısal yatırımları, enerji üretimi, ihracatı, ekonomik büyümesi, sanayisi, GSYİH hedefleri ve tarım – ormancılık dengeleri açısından ne denli stratejik öneme sahip olduğu daha rahat anlaşılabilecektir.
Sektörel bazda analiz yapıldığında, bu süreçten özellikle ilgili vilayetlerde ciddi anlamda ekonomik paya sahip olan kimya, metal, demir-çelik, tekstil, gıda, madencilik, enerji, ham petrol ve hayvancılık gibi sektörlerde üretim ve değer zinciri süreçlerinde zafiyetler yaşanması beklenilebilecektir. Bu zafiyetler her ne kadar yönetilebilecek düzeylerde olsa da, yine de ciddi bir planlama sürecine ihtiyaç duyulacaktır.
İlgili afet bölgesi içerisinde yer alan birçok yerleşim yeri ve şehir artık yaşamak için tercih edilebilecek konumda değildir. İnsanlar aileleri ile birlikte eğer imkân bulabiliyorlarsa, geçici ve belki çoğunlukla kalıcı olarak deprem riski daha az olan ve yeni bir hayat kurabilecekleri şehirlere göçü ve yerleşimi tercih etmektedir. Çünkü:
- Öncelikle birçok şehir merkezi kullanılamayacak derecede yıkılmıştır.
- Oturulabilecek konut sayısı yeterli değildir.
- Hasar almamış yapılarda kira ve konut bedelleri çok yüksektir.
- Bölge insanının yaşanan afet sonrasında alım gücü iyice düşmüştür.
- Öte yandan ülke genelinde devam eden yüksek enflasyon ve Türk Lirasındaki değer kaybı sebebiyle alım gücü zaten genel anlamda zayıftır.
- Yaşanan depremin şiddeti ve getirdiği sosyo-psikolojik şok sebebiyle, sürekli devam eden artçı sarsıntılara da bağlı olarak, güven indeksi azaltmıştır. Bu da bölgedeki hasar almamış, güvenli yapıların dahi (eğer başka alternatifler mevcut ise) tercih edilmesinde imtina edilen bir yaklaşımın uyanmasına sebep olmuştur.
- Öte yandan birçok şehir için imar planları baştanbaşa değişecek ve şehir merkezleri yer değiştirecektir.
- Az hasar almış ve güçlendirilmesi gereken binaların güçlendirme maliyetleri mevcut alım gücü kabiliyetleri dikkate alındığında çok yüksektir. Bunun altından kalkabilmek de zordur.
- Şehirlerin altyapı vb. hizmetlerinin normale dönmesi için çok daha fazla zamana ihtiyaç vardır.
- Geçici barınma imkânları (konteyner ve çadırlar) alternatifleri olanlar için göçü engelleyecek kadar cazip değildir.
- Bölgede yaşayan aileler için genç nüfusun ve ortalama çocuk sayısının fazla oluşu, çocukların eğitimini de düşünme ihtiyacını doğurmakta ve yine toplumsal ölçekte başka şehirlere göçe yöneltici bir etki oluşturmaktadır.
- Ailecek barınabilme imkânlarının ve (sağlık-ulaşım-eğitim-istihdam-sosyal yaşam tesislerinin mevcudiyeti gibi alanlara bağlı olarak) yaşam kalitesinin zayıf olması ise bölgede istihdamı negatif etkilemektedir.
- Sanayi üretiminin sürdürülebilirliği için nitelikli insan kaynağı ihtiyacı da göz önünde bulundurulursa, ilgili sanayi tesisleri depremden hasar görmese dahi üretim kapasitesinin düşmesi sorunu ile karşı karşıya kalacaktır.
- Kaldı ki, ölü ve yaralı sayısı toplamı yüzbinlerin çok üzerindedir. Bu bağlamda zaten insan kaynağı potansiyeli genel anlamda büyük yara almıştır. Geri kalanlar ise süreçten psikolojik olarak negatif etkilenmiştir.
- Geçici ve belki zamanla kalıcı hale dönüşecek göç, Türkiye’nin diğer illerindeki sosyo-ekonomik yapıyı da etkileyecek ve süreç çok ciddi planlama yapılması gereken bir hale bürünecektir.
Bunlara ek olarak etkilenen bölgenin Suriye üzerinden gelen göç rotaları üzerinde bulunduğu dikkate alınırsa, demografik dengelerin yönetiminin de ayrıca bir ulusal güvenlik meselesi olduğu idrak edilebilecektir.
Yine ulusal güvenlik dengeleri perspektifinden,
- Büyüme hedeflerinin ve istikrarın sürdürülebilmesi,
- Yatırım planlarının sekteye uğratılmadan revize edilebilmesi,
- Enflasyon ve ekonomik hedeflerin yönetilebilmesi,
- Eğitim, sağlık, lojistik ve güvenlik gibi alanlardaki finansman bütçelerinde zafiyet yaşanmaması,
- Küresel sistem yoğun ve riskli bir dönüşüm sürecinden geçerken karşılaşılan ve bundan sonraki süreçlerde karşılaşılabilecek olan tehditlerin bertaraf edilerek fırsata çevrilebilmesi,
- Kıbrıs, Suriye, Ege, Irak, Afganistan, Libya, Karabağ, Rusya – Ukrayna ve Türk Dünyasına yönelik izlenen dış politika süreçlerinde zafiyet yaşanmaması,
- Mülteci ve göç politikalarının yönetilebilmesi,
- Terör örgütleri ile mücadelede zafiyet yaşanmaması,
- Küresel ölçekte ortaya koyulan büyük hedeflerin ve projelere yönelik adımların hayale dönüşmemesi ve yakalanan sinerjinin kaybedilmemesi için bu deprem sürecinin getireceği olası negatif etkilerin çok yönlü analizi önemlidir.
Türkiye; devlet ve millet olarak, el birliğiyle, karşı karşıya kalınan bu zor süreci hem arama-kurtarma, hem de genel ölçekli desteleme anlamında büyük gayretlerle yönetmeye çalışmıştır. Fakat yıkımın direkt ve dolaylı etkileri uzun yıllar sürecek bir planlama modelini gerekli kılmakta ve devletin enerjisinin büyük bir kısmını bu alana yöneltme zorunluluğunu doğurmaktadır.
Türkiye; devleti ve milleti ile bir olduğu sürece bu zorlukların da üstesinden gelecektir. Tabii önemli olan yaşananlardan dersler çıkartabilmek ve en azından bundan sonrası için geleceği doğru planlayabilmektir. Çünkü çok sayıdaki aktif fay zonlarını bünyesinde ihtiva eden bir coğrafyada yaşamak zorunda olan Türkiye’nin hem bu depremin kısa ve uzun vadeli bütün neticelerini dikkatle analiz edip yönetebilmesi ve bundan sonraki depremlere de hazır olabilmesi hayati öneme sahiptir.
Türkiye, her daim devletinin yanında sabırla duran milleti ve bütün organları ile milleti için çırpınan, merhamet eksenli duruşunu koruyarak, hızlı kararlar alabilen devleti sayesinde bunların da üstesinden gelecektir.
İşte bu idrak ile bu raporda Kahramanmaraş ve çevresinde yaşanan yıkıcı depremlerin makro düzeydeki olası etkileri; yer bilimleri, istihdam, ekonomi, ticaret, enerji, çevre, demografik ve sosyolojik dengeler nezdinde değerlendirilecektir.
Raporun Tam Metnini İndirmek İçin Lütfen Tıklayınız
Yazarlar
Oğuzhan Akyener – TESPAM Başkanı
Prof. Dr. Uğur Çevik – TESPAM Teknoloji Y.K. Başkanı / KTÜ Öğr. Üy.
Dr. Abdullah Altun – TESPAM Ekonomi Çalışmaları Koordinatörü / GTÜ Öğr. Üy.
A.Murat Becerikli – TESPAM Başkan Yardımcısı
Dr. Lütfi Taşkıran – TESPAM Teknik Araştırmalar Koordinatörü
Fatih Temiz – TESPAM Çevre Araştırmaları Koordinatörü
Göksel Topal – TESPAM Piyasalar Koordinatörü