Tarihsel Bir Bakış Açısıyla Türk Dünyasının Enerji Entegrasyonunun Önemi

Özet
Tarih sayfalarına baktığımız zaman Dünya tarihinde devletlerin politikalarının belirlenmesinde coğrafya her zaman belirleyici olmuştur. Orta Asya (Türkistan) Dünyanın en büyük kıtasının ortasında yer alan büyük bir kara parçası olup, tarihin en eski çağlarından beri büyük imparatorlukların ve medeniyetlerin kurulmasına ev sahipliği yapmış bir coğrafyadır. Orta Asya coğrafyası yaklaşık iki buçuk asırdan sonra tekrar küresel siyasetin odak noktasından biri haline gelmiştir. Bunda bölgedeki enerji kaynaklarının payı büyüktür.
Anahtar Kelimeler: Türkistan, Türkiye, Çin, Enerji, Entegrasyon.
Giriş
Avrasya coğrafyasının içinde stratejik önemi sahip olan Türk Dünyası daha birkaç yüzyıl önceye kadar Dünya düzenlerinin kurulduğu ve ülkelerin yönetildiği bir merkez konumunda idi. Bugün Batılıların Orta Asya olarak tanımladığı bu geniş coğrafyada yaşayan halklar tarihte çoğu zaman Avrasya’ya nüfuz etmiş ve dünya yönetiminde söz sahibi olmuştu. Bu uzun tarihi süreçte büyük avantajlara sahip olan Türkistan coğrafyası doğu ile batı arasında önemli bir köprü rolünü oynayarak insanlığı ortak bir menfaat ve kültürde buluşturma ayrıcalığına sahip olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile dünyanın tek kutuplu bir güç merkezine doğru kayması dünya dengeleri açısından sakıncalı görünmüş ve dünya ülkeleri tek kutuplu dünya düzenine karşı çok kutuplu bir düzen arayışı içine girmiştir. Bu süreçte , Asya’nın batısı dünya siyasetinin ve ekonomik, gücün pek çok yönden önemli rol oynamaya devam ederken, doğusu da ekonomik büyümenin etkisi ile yükselen siyasi nüfuzun önemli bir merkezi haline gelmişti. Dünya dengelerini değiştirecek boyutta olan bu değişim Avrasya’daki güç dengelerini de etkileyerek yeni aktörlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Dünya nüfusunun yaklaşık %70’ine, dünya enerji kaynaklarının ¾’üne sahip olan Avrasya coğrafyası tarihten beri küresel üstünlük mücadelesinin yaşandığı bir satranç tahtası olması nedeniyle stratejik öneme sahiptir. İkinci cihan harbinden önce küresel gücü elde etmeyi ümit eden Adolf Hitler ile Joseph Stalin Kasım 1940’taki gizli görüşmelerde Amerika’nın Avrasya’dan dışlanması gerektiği konusunda anlaşmışlardı. Her ikisi de Avrasya’nın dünyanın merkezi olduğu ve Avrasya’yı kontrol edenin dünyayı da kontrol edeceği varsayımını paylaşıyorlardı. Aradan 70 yıl geçtikten sonra bu defa Rusya ile Çin Amerika’nın bölgeden uzaklaştırılması için stratejik ortaklık yapmaktadır. ABD’nin Soğuk savaştan sonra Ortadoğu ve Afganistan’daki politikalarının istenilen başarıyı sağlayamaması Rusya’yı yanına alan Çin’in elini güçlendirince Avrasya’daki güç dengesini değiştirdi. Bu durumda Amerika’nın Avrasya’daki üstünlüğünü ve gücünü uzun süre koruyabilmesi artık zorlaştı.
Soğuk savaş dönemi sona erdikten sonra Doğu ittifakı çökerken ABD öncülüğünde kurulan Batı ittifakı NATO şemsiyesi altında devam etmişti. Fakat 11 Eylül 2001’deki terör saldırısı Batı bloğu ile Doğu bloğu arasında ciddi bir sorun yarattı. Batıda baş gösteren İslam karşıtı söylemler veya İslamofobi Batı ülkelerinin inisiyatifiyle kurulan Ortadoğu’daki monarşileri batıdan uzaklaştırarak Rusya ve Çin’e doğru yanaşmalarına sebep oldu.15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminden sonra bir NATO ülkesi olan Türkiye ile ABD ve AB ülkeleri arasında yaşanan gerginlik Avrasya coğrafyasının önemli bir ülkesini Doğu bloğuna doğru itince bölgesel dinamikler de değişmeye başladı.
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Genel Durumu ve İhtiyaçları
Orta Asya Türk cumhuriyetleri Asya’nın kalbinde yer alan denizden uzak büyük bir kara parçasıdır. Bulunduğu konum itibariyle zengin petrol ve doğalgaz yatağına sahip olmasına rağmen doğalgaz ve petrollerini doğrudan uluslararası pazara ulaştıracak enerji boru hatları yoktu. Bağımsız olduklarında ulaşım alt yapısı çok eski ve yenilenmesi lazımdı. Sovyetler Birliği bu cumhuriyetler arasında bağlantı kurmak için yeterli demir ve kara yolu yapmamıştı. Sovyetler Birliği döneminde bütün yollar ve boru hatları Moskova’ya bağlanıyordu. Mevcut olan demir yolları ve oto yolları çok eski ve işlevsiz durumda idi. Moskova’dan bağımsız olarak cumhuriyetler arasında ticaretin yapılması için alt yapının oluşturulması ve yenilenmesi lazımdı. Fakat bunu yapabilecek ekonomik güçleri yoktu. Kardeş cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilk olarak tanıyan ve bölgeye yumuşak bir güç ile giren Türkiye cumhuriyetinin ise Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin alt yapısının yenilenmesine katkı sağlayacak ekonomik gücü veya yatırım projesi yoktu.1993’te Turgut Özal’in anı ölümüyle Türkiye siyasi ve ekonomik krizlerle içe kapanınca bölgede oluşan güç boşluğunu büyük enerji açığı olan Çin doldurmaya başladı ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin alt yapılarının yenilenmesini finans ederek Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin hükümetleri ile sıcak ilişkiler kurdu.
Bölgeyi arka bahçesi olarak gören Rusya ile İran enerji bağımlısı ülkeler değildi ve kendi ihtiyaçlarını gidermenin dışında ihraç ediyorlardı. Türkiye ise enerjide dışa bağımlı bir ülke olmasına rağmen enerji nakil hatları yapma potansiyeline sahip olmadığı için Türkmenistan ve Kazakistan Çin ile tek taraflı enerji anlaşması yapmıştır. Çin Türkmenistan’dan Çin’e doğalgaz boru hattı yaparken Kazakistan ile Hazar petrollerini Çin’e taşımak için petrol boru hattı yaptı.
Çin’in Orta Asya’ya Yönelik Stratejik Hedefi ve İhtiyacı
Çin 4000 yıllık tarihi boyunca doğusu Asya Pasifik’e kıyıdaş olmasına rağmen hiçbir zaman bir deniz ülkesi olmamıştır. Japonya ve Kore gibi komşuları ile denizde rekabet etme gücüne sahip olmadığı için tarihi boyunca bir deniz gücü olamamıştır. Hep karasal bir ülke olarak kalmıştır. Ta ki 1978’de Deng Xiao-ping’in reform hareketini başlatarak deniz kıyısına büyük açılımlar yapmasına kadar.
Çini, 1978’de yola koyduğu “Dışa Açılma ve Reform” politikalarıyla uluslararası arenada etkili bir yer edinmiştir. Devasa ekonomisi ve çok kalabalık nüfusuyla dış ticaret ve rekabette liberal, sınırları içerisinde kapalı ve otoriter devlet yapısı ile Çin günümüzde bölgesellik temelinde global ölçekte bir politika izlemektedir.
Çin, Orta Asya Cumhuriyetleri’nin tamamını 1992 yılının başlarında tanımış ve bu ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmuş, özellikle sınır sorunlarının çözümü, bölgedeki etnik ve dini çatışmaların önüne geçilmesi ve ülkelerarası işbirliğinin geliştirilmesi sorunlarına odaklanmıştır.
2000’li yıllardan itibaren Çin’in Orta Asya’ya yönelik politikası meyvelerini vermeye başlamış Çin, Orta Asya’daki hemen hemen tüm ülkeler ile diplomatik, ekonomik ve güvenlik açısından sıkı ilişkiler kurarak günümüzde ekonomik açıdan bölgenin en önemli aktörü olmayı başarabilmiştir.
2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olduktan sonra Çin, doğrudan yabancı yatırımcılar arasında hızla yükselmeye başladı. Çin Batı ile anlaşarak Çin’de büyük bir reform başlattı. Batının transfer ettiği sermaye ile teknolojiden yaralanan Çin doğu kıyılarını dünyaya açarak olabildiğince kalkındırdı. Çin Deng Xiao-ping ile birlikte deniz merkezli bir ticarete ağırlık vererek ekonomisinin bel kemiğini güçlendirdi. Fakat Çin’in doğusu kalkınırken orta ve batı kesimi ise doğunun refahından payını alamadı. Ülke içinde eşitsizlik arttı ve bu Çin’de ciddi bir sosyal huzursuzluk yarattı.
Bilindiği gibi meşrutiyetin temeli refahtır ve onun eşit dağıtılması lazım. Dolaysıyla Çin, Jiang Zemin ve Hu Jintao dönemlerinde “Batıyı Kalkındırma” seferberliği başlattı.Bu seferberlik ile Çin’in barısındaki Gansu, Qinghai,İç Moğolistan, Ningxia ve Uygur Özerk Bölgesine ciddi yatırımlar yatırdı ve güçlü altyapı oluşturuldu. Aslında bu Kuşak ve Yol Projesi için atılan ilk adımlardı. Xi Jin-ping ülke yönetimini ele aldıktan sonra Çin’in doğusu ile batısı arasındaki gelişmişlik farkını kapatmak, Çin’deki üretim fazlalığından aşırı biriken mallarını daha kolay ve hızlı bir şekilde dünya pazarlarına ulaştırmak ve giderek keskinleşen ABD Çin arasındaki rekabetten dolayı Çin Pazar ve güvenli enerji güzergah arayışına girdi ve 2013’te Kuşak ve Yol Projesini ilan etti.
ABD’in gücünü Asya Pasifik’e kaydırarak Güney Çin Denizi’ndeki geçiş güzergâhlarına konuşlanınca büyük bir enerji bağımsı olan Çin asrın projesi olarak da bilinen Kuşak ve Yol Projesini ilan ederek biran önce projeyi hayata geçirmek için Avrasya’da çok büyük siyasi ve ekonomik atağa geçti.
Anlaşıldığı gibi Bir Kuşak Bir Yol tek başına bir kalkınma projesi değildir. O Çin’in bir Grand Stratejisidir. Çin’in ulusal çıkarları ve iç güvenliği için söz konusu proje hayatı öneme sahiptir. Bunun için Çin bu projeye engel teşkil edecek herhangi bir riskle karşılaşmamak için elinden gelen tüm imkanı kullanmaktan çekinmemektedir. Çin’in buradaki temel amacı bir taraftan ticareti geliştirmek ve enerji güzergahlarının güvenliğini sağlamak ise diğer taraftan ulusal güvenliğini azami ölçüde korumaktan ibarettir. Çin’in ulusal güvenliğini korumak adına aldığı bu güçlü tedbirlerin ve Çin’e komşu olan Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Kuşak Yol Projesi bağlamında Çin ile borç diplomasisi gölgesinde türlü anlaşmalar yapan ülkelerin ulusal güvenliği açısından ne gibi riskler taşıdığını da hatırlatmakta fayda vardır.
Enerji Entegrasyonu Sürecinde Türkiye ve Türk Dünyası İlişkileri
Türk Dünyası Çin’in başını çektiği Doğu bloğu ile Almanya ve Fransa’nın başını çektiği Batı bloğunun ortasında yer alan stratejik bölgedir. Doğu ile Batı bloğunun sahip olduğu ekonomik ve teknolojik alt yapıya sahip olmadığı için pazarlık gücü zayıf kalmıştır. Son yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinin gergin gitmesi Türkiye’nin Bölgede Rusya ve Çin ile olan ilişkilerde elini zayıflatmaktadır. Çin kendi merkezli bir dünya düzeni isterken Rusya da eski Sovyetler Birliği’nin bir varisi olarak bölgedeki hegomanyasını devam ettirmek için çabalamaktadır.
Türkiye Türkistan ile olan entegrasyonu sağlamak için İran ile olan ilişkilerini sıkı tutması lazım. Dağlık Karabağ meselesinde Türkiye’nin kardeş ülke Azerbaycan ile ortak hareket etmesi İran’ı rahatsız etmiş gözüküyor. Çünkü İran’da nüfusun önemli bir kısmını bizim Güney Türkistan dediğimiz bölgedeki Türkler oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin cumhur başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’da okuduğu “Araz’ı Ayırdılar” şiiri Tahran yönetimini rahatsız etmiştir. İran’ın Türkistan’da Rusya ve Çin’den başka 3.bir gücü istemediği anlaşılıyor. Bu durumda Çin-Rusya arasında sıkışıp kalan Türkistan’ın Türkiyesiz bir çıkış yolu bulunmamaktadır.
Türkiye Hazar-Kafkasya ve Türkistan üzerindeki etkisini kalıcı bir şekilde arttırmak için Dış politikada düzgün ve düzenli strateji belirlerse bölgedeki rakiplerine göre başarılı olma şansı yüksektir. Çünkü Türkiye bölge ülkeleri ile aynı tarih ve kültürü paylaştıkları için Rusya ve Çin’e göre avantajlı durumdadır. Türkiye’nin bölgedeki başarısının İran ile Rusya’nın coğrafya üzerinden bağlantısını keseceği için Rusya ile İran stratejik ittifak kurmuş vaziyettedir. Türkiye’nin böyle bir hamle yapması elbette bazı riskleri taşıyabilir. Fakat Türkiye’nin yaklaşık 30 yıldan beri Türkistan’da giderek artan yumuşak gücü Türkiye’nin elini güçlendirdiğinden risklerde öncekisine göre azalmıştır. 29 yıldan beri Ermenistan’ın işgal altında bulunan Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ kurtarılması bunun bir göstergesidir. Dağlık Karabağ’ın geri alınması Türkiye’yi Türkistan’a bağlayan stratejik bir adım olarak kabul ediliyor.
Yükselen Asya’da Türk Dünyası parlayan bir yıldız olacak mı? Sorusunun cevabını verecek olursak Türkiyesiz olmaz. Çünkü bölge yaklaşık bir buçuk asırdan beri Rus ve Çin tarafından sömürülmektedir. Ne Rusya ne Çin Türkistan’ı arka bahçesi yapmaktan vaz geçmez. Dolayısıyla bu iki ülke Türk cumhuriyetlerine böyle bir şans tanımak istemez. Ama gelişen şartlar Rusya ile Çin’in Türk Dünyası meselesinde yol ayrımına düşebileceğini gösteriyor. Çin güçlendikçe Rusya’nın arka bahçeleri olan Orta Asya’da hem de Güney Sibirya bölgesine sinip girmeye çalışıyor. Rusya’nın halihazırda Çin’in bu yayılmacılığına karşı gelmesi imkansız gözüküyor. Bu yüzden Rusya’nın Türkiye’nin Türkistan bölgesi ile olan ilişkilerine eskisi gibi engel çıkarmaya meyilli olmayacağı varsayılmaktadır.
Türk Dünyası Doğu ve Batı bloğunun ortasında dünya barışı için dengeleyici bir unsur olabilir mi?
Aslında Türk Dünyası kendi içinde doğal olarak birbirini tamamlıyor. Türkiye enerji ihtiyacı olan bir ülke. Üstelik Türkiye üzerinden Avrupa’ya enerji satmak mümkün. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin ise enerji pazarına ihtiyacı var. Onun için Türkiye hem kendi enerji ihtiyacını karşılamak hem de kardeş ülkelerin Türkiye üzerinden enerji pazarına ve açık denize ulaşma imkanı var. Onun için Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasında somut projeler yapılarak uygulanması elzemdir. Türkiye ile Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin aynı kökten ve aynı kültürden gelmiş olmaları her iki tarafa bölgedeki diğer devletlere göre büyük avantajlar sunuyor. Türkiye ve Orta Asya Türk ülkeleri kendi ihtiyaçlarını üçüncü bir ülkeye bağımlı olmaksızın somut projelerle karşılaması gerekiyor. Orta Asya Türk cumhuriyetleri Türkiye ile birlikte hem güney Asya, İran, Pakistan ve Hindistan gibi büyük pazarlara açılmalı hem de Hazar üzerinden Avrupa pazarlarına ulaşması lazım. Türkiye ciddi projelerle Türkistan’daki enerji pastasından payını aldığı takdirde ekonomideki cari açığını ciddi manada kapatabilir. Hem de enerji temininde farklı alternatiflere sahip olarak elini güçlendirir ve bölgedeki Jeo-Stratejik gücünü arttırabilir.
Orta Asya enerjisini Hindistan’a taşımak Afganistan’daki istikrarsızlıktan dolayı imkânsız hale gelmiştir. Tek alternatif ise İran üzerinden Hazar’a geçirip Türkiye’ye ulaştırmaktır. Türkiye ve Türk Dünyasının enerji entegrasyonu açısından bu bulunmaz bir fırsattır.
Fakat ekonomik yetersizlik ve alt yapı sorunlarından dolayı Türkiye ile Türk Dünyası arasında henüz istenilen düzeyde ortaklık yok. Birlikte proje üretmeleri için yeteri kadar yatırım yatırılmıyor. Bu durum bölgedeki rakip ülkeler özellikle dünyanın ikinci ekonomik gücü olan Çin’e fırsat yaratmaktadır. Çin ile yapılacak tek taraflı işbirliği Türkiye’nin ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerin elini zayıflatmakta ve borç tuzağına düşmesine sebep olmaktadır. Bu durum bölge ülkelerini tıpkı Sri Lanka, Kenya, Pakistan ve Nepal gibi sıkıntılara sokabilir. Çünkü Çin yatırımlarının güvenliğini sağlamak için her şeyi yapmaya muktedir olduğunu düşünerek hareket etmektedir.
Sonuç
Bulunduğumuz aşamada ne Türkiye ne de Orta Asya Türk cumhuriyetleri her hangi bir ülke ile tek taraflı anlaşmalar yaparak bağımlı kalmamalıdır. Eşit şartlarda yapılmayan tek taraflı anlaşmalar ülkelerin ulusal güvenliği açısından risk taşımaktadır. Tek taraflı anlaşmalar bağımlılık yapar ve alternatif yol bırakılmadığı pazarlık gücünün zayıflamasını neden olur. Halihazırda Rusya, Türkiye ve İran dahil bölgedeki ülkeler tek başına Çin ile pazarlık gücüne sahip değildir. Dolaysıyla Türkiye pazarlık gücünü arttırmak için Türk şirketlerinin Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde özellikle enerji kaynağı olan Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkelere yatırım yapmasını teşvik etmeli ve gerekirse entegrasyonu sağlamak için devlet desteği verilmeli. Çünkü burada talep ve arz vardır. Türkiye ve Avrupa’nın enerjiye, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin ise alternatif enerji pazarlarına ihtiyacı vardır. Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan gibi Türk cumhuriyetlerinin doğalgaz ve petrolleri Hazar üzerinden Türkiye ve Avrupa pazarlarına ulaşabilecektir. Böyle bir yatırım taraflara ekonomik ve siyasi güç kazandıracaktır.
Prof. Dr. Vâris ÇAKAN
Yazar
Son Yazılar
- Yapay Zeka ile Petrol Fiyatları Analizi
- Türkmen Gazının Türkiye’ye Akışı Ne Zaman Başlayacak? Yıllık Tedarik Hacmi Belli Oldu!
- Akdeniz’i ısıtacak gaz hamlesi.. Rumları devre dışı bırakacak enerji planı
- Türki̇ye-Türkmeni̇stan Doğal Gaz Anlaşmasi
- Rusya En Büyük Petrol Çıkartma Ekipmanı Üreticisi Borets’i Devletleştiriyor