KIZILELMA PLATFORMU
7'den 70'e Uzun Soluklu bir Serüvende Buluşma Noktası
I. Kızılelma Çalıştayı
İnsan doğumundan ölümüne kadar (ve hatta belki ölümünden de sonra) her daim bir yolculuk halindedir. Bu yolculuğu ise manalı kılan, keyifli hale getiren, zorluklara karşı insanı cesur, gayretli ve diri tutan ise; inanç, aşk ve bu bağlamda kurgulanan mefkûrelerdir.
Mefkûre olarak ifade edilen yaklaşımlar, sadece kısacık dünya hayatı ile kısıtlanacak bir düzlemde kalarak insanoğlunun idrakine arz edildiğinde, kısırlaşacak ve insanın ilgili hedeflere inanarak, aşk ile tutunmasına engel olacaktır. Dolayısıyla, ortaya koyulan hedefler doğrultusunda gerçek sinerji;
- Ancak inananların erişebileceği,
- Gayretlerinin ebediyet düzleminde fayda sağlayacağı,
- Ruhu aşka yönlendiren niyetler ihtiva edebildiği ölçüde elde edilebilecektir.
Tabii bunların yanı sıra, ilgili niyet ve hedeflerin akıl ve mantık ile de çelişmemesi elzemdir.
İşte bu sebeple, her inananın, adım adım yürüyeceği, yürürken kendini yetiştireceği, her düşüp kalkmasında yeni şeyler öğreneceği, cesaretini, şevkini, gayretini yitirmeyeceği, mantıksız bulmayacağı, inanabileceği bir hikâyeye, serüvene ve yola ihtiyacı vardır.
İşte bu ihtiyaç dâhilinde;
- Yol: ömür,
- Menzil: kabir,
- Hedef ise: “kızıl-elma”dır…
“Kızıl-Elma” dendiğinde, bazen Ömer Seyfettin’in bir hikâyesi (Seyfettin, 2018), bazen Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterine yeni kaydedilen milli bir uçak, bazen de Ziya Gökalp’in (Gökalp, 2018) ortaya koymaya çalıştığı bir kurgu akla gelebilmektedir. Fakat her ne kadar “kızıl-elma” günümüzde sloganlar üzerine inşa edilmiş, çok da derin düşünceler ihtiva etmeyen kurgular üzerinde şekillenmeye çalışılan, bugünün ve geleceğin dinamiklerini tasavvur ve idrak edebilmekten yoksun bir düşünce ekseninde siyasallaştırılmış olsa da, aslında bu bağlamda ortaya koyulan yaklaşımlar gerçek anlamda “kızıl-elma” olarak tasavvur edilemeyecektir.
“Kızıl-Elma” Türk tarihi boyunca heyecan uyandıran, hayal kurmayı ve büyük düşünmeyi teşvik eden, en küçük neferden en yaşlı kocaya kadar bütün kesimlerin idrakinde yer etmeyi başarmış, akıl ve ruhla bağdaşan, inancı ve inanmayı gerekli kılan Muhammed-i bir mefkûre olmuştur. Bu sebeple akılda kalmış ve çok büyük yıkımlara rağmen nesillerden nesillere aktarılabilmiş ve günümüze dek yaşatılabilmiştir.
Aslında her inananın (sahip olduğu iman, akıl ve enerji ile doğru orantılı olarak) kendisini;
- Şahsı, ailesi, çevresi, ülkesi, kendisini ait hissettiği medeniyeti, insanlık ve dünya için neler yapabileceğini düşünmeye sevk etmeye,
- Bu düşünceler etrafında aksiyon almaya ve gayrete,
- Adım adım daha iyiye ve güzele erişmeye,
- Bu bağlamdaki adımları gaye edinmeye,
- Bu gaye doğrultusunda, hep daha adil, daha iyi, daha gayretli, daha doğru olarak, fenalık ve azgınlıklarından arınabilmeye,
- Tüm bu ihtiyaçlar dâhilinde aklını ve ruhunu odaklayabileceği bir mefkûreye,
- Bu mefkûreye aşkla, şevkle kabre kadar yürünebilecek ve (kabir öncesinde de) gelecek nesillere emanet edilebilecek bir güzergâha,
- Diğer bir ifade ile bu minvaldeki güzergâhları da ihtiva eden, bir nevi dava olarak da nitelendirilebilecek “kızıl-elma”lara ihtiyacı vardır.
İşte bu sebeple “Kızılelma”;
- Heyecanlandıran ve büyük düşüncelere sevk eden,
- Anlık sıkıntılara, vesveselere, kişilere ve olaylara takılmadan yola devam ettiren,
- Gayretlerin ahiret hayatında da fayda vereceği,
- İmanı ve cesareti arttıran,
- Boşa uğraşmamış olma hissiyatı oluşturan,
- Her nefeste benlikten, çevreye, ülkeden uluslararası sisteme kadar geniş bir düzlemi sorgulamaya vesile olan,
- Bu sorgulamaları yaparken, idraki ve feraseti geliştiren,
- Büyük düşündüren ve hayal kurmayı sağlayan,
- Akla yatan, fakat aklın da aciz kaldığı birçok yönü bulunan,
- Zor ama imkânsız olmayan,
- İmkânı; gayrete, aşka ve nasibe bağlı olan,
- Dolayısıyla akılla çıkılan bütün yollardan gayretle geçilen ve akabinde nihayete erilen bütün kapıların Mevla’nın takdirine bağlı olduğunun idrakiyle her nefeste Hakk’a varılan,
- Uğruna cana varana kadar birçok fedakârlık yapılabilecek olan bir mefkuredir!
Kızılelma her daim; ağacın erişilmesi en güç dalındaki, en lezzetli ve kızıl renkteki elma örneğinde olduğu gibi,
- “Kızılelma” ruhunun,
- Dinamizminin,
- Akılcılığının,
- İnancının,
- Cesaretinin,
- Gayretinin,
- Cazibesinin,
- Şevkinin,
- Mefkûresinin,
- Birleştiriciliğinin
7’den 70’e bütün Türk Milletini ve inananları kuşatarak diri kalmasıdır.
Bu sebeple, yapılan kurgulardan da daha önemli olan, “kızıl-elma” ruhunun ve idrakinin yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılabilmesidir.
Bu bağlamda, “kızıl-elma” ifadesinin siyasi bir algıya büründürülerek;
- Üretkenliği düşük,
- İdraki ve akli melekeleri zayıf,
- Kendi içerisinde sözde cihana hükmetmeyi hayal ederken, dünyayı tanımayan,
- Tanımak için de gayret göstermeyen,
- Gerçek anlamda sorgulamayan,
- Akletmeyen ve iman edemeyen,
- Tembel, uyuşuk, korkak, risk alamayan, ezik gibi sıfatlarla tanımlanabilecek niteliklere haiz,
- Çıkarları, hevesleri, yönetme arzusu ve diğer nefsi dürtülerinin peşinde gitmekten asla vazgeçmeyen,
- Geçmişe dair etnik övüntülerin etrafında debelenen,
- Okumayan ve ince düşünemeyen, kıt bir aklın, sert söylemlerle ifade ettiği basit bir gaye düzlemine sokulması kabul edilmemelidir.
Çünkü Muhammed-i ruh ile yeniden uyanmış, çok daha etkin, üretken ve dinamik bir yapıya kavuşarak, fani cihanının çok ötesindeki hedeflerle idrakini genişletmiş Türk Milleti için “kızıl-elma”;
- Türkçülük,
- Töre,
- Dünyaya hâkim olma,
- Ötüken ve Turan gibi terimlerle sınırlandırılacak bir hedef olarak düşünülemeyecektir.
“Kızıl-elma” kuru bir cihangirlik davası değildir!
Ruhtur, imandır, yaşayıştır, üretkenliktir, gayrettir, aşktır, merhamettir, akıldır, idraktir, ferasettir, yaşamdır, doğruluktur, sabırdır, adalettir, inceliktir, imandır, zarafettir, önden gitmektir!
“Kızıl-elma” Hakk’tır…
Hakk’a yolculuktur…
Türk Milletinin daha rahat anlayabileceği şekliyle; Ruh-u Ahmet Yesevi’dir!
Dolayısıyla, “Kızıl-elma” bireyler için:
- Doğumdan ölüme kadar devam eden ve gelecek nesillere aktarılan manalı bir yolculuk,
- Muhammed-i bir yaşayış
- Ve Seyr-ü suluktur…
Devletler için ise “kızıl-elma” başından sonuna dek adalettir!
Bütüncül değerlendirildiğinde ise, bireyin, toplumun, milletin ve devletin doğruluk güzergâhında, aynı gaye üzere oluşudur.
Not: Bu bölüm “Kızılelma-1 Adil Bir Dünya 2225” isimli kitaptan alıntılanmıştır.
Aslında herkesin ulaşmak istediği hedefler vardır. Bu hedefler insan büyüdükçe, öğrenmeye başladıkça, sınırlarını görebildikçe yeniden şekillenir ve bazılarına erişilebilirken, bazıları sadece buruk bir anı olarak kaybolup gidebilir.
Türk tarihi, aklı ve hafızası da bu minvalde milyonlarca hedeflerle doludur. Her Türk devleti veya topluluğu için hedefler; zamana, mekâna ve koşullara göre değişim göstermiştir. Bir hedefe ulaştıktan sonra, sırayı bir sonraki hedef almaktadır. Bu hedefler içerisinde sürdürülebilir bir sinerjiyi oluşturan, dikkat çeken, arzu uyandıran, hatırda kalan, erişilmesi zor olsa da imkânsız olmayan mihenk taşı niteliğindeki gaye ise “kızıl-elma” olarak nitelendirilmektedir.
Kelime anlamı noktasında “kızıl-elma”; bir çocuğun gözünden, ulu bir ağacın erişilmesi en güç olan, en üst dalındaki kıpkızıl rengiyle diğerlerinden ayrılan bir elmaya erişme arzusunu ifade etmektedir.
Bu bağlamda, idrakin yeni açıldığı çocukluk evresini ihtiva eden basit ve anlaşılır bir ifade tercih edilmesinin sebebi ise, buradaki derin mananın daha çocukluk döneminde kendisini ve dünyayı yeni tanımaya başlamış bir çocuğun algısal düzlemine yerleştirilmesi ve bu düzlemde yer bulabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla kızıl-elma:
- Çocukluk döneminden itibaren başlamakta ve basit gibi görülse de erişilmesi güç olan hedefleri ve gayeleri temsil etmektedir.
- Çocukluk döneminde başlayan; dünyayı ve kendini tanıma, öğrenme, azmetme, gayret etme, ısrar etme gibi fiilleri ihtiva etmektedir.
- Çocukluk dönemindeki gibi, saf, masum, temiz, hedefe odaklı ve hayalcidir.
- Yetişkinlerin de çocukluk heyecanlarını, masumiyetlerini, hedefler bazen realist bir düzlemde çok da inandırıcı gibi gelmese dahi, yine de inançlarını kaybetmemelerini öğütlemektedir.
- Elmanın renginin kırmızı değil de, kızıl oluşu ise; gerekirse kutlu hedefler uğruna kan akıtılabileceğini ve can alıp, can verilebileceğini vurgulamaktadır. Tabii bu vurgu ile zulmü caiz görmeyi birbirinden ayırmak gerekmektedir.
Bu sebeple kızıl-elma, tarih boyunca Türk devletlerinin ve toplumlarının kutlu hedeflerini toplumun en küçük yaştaki bireyinin idrakine kadar erişilebilir bir ortamda bütünsel olarak sahiplenmelerini sağlayan mefkûreleri ifade etmektedir.
Türk edebiyatı literatürü incelendiğinde, “Kızılelma Türklerin cihan hâkimiyeti idealinin bir sembolü olarak görülmüş, özellikle Osmanlı döneminde, devletin alması gereken yol, varması gereken yer şeklinde algılanmıştır. Kızılelma’nın, Türk tarihinin hangi döneminde ortaya çıktığı sorusu tartışmalı ise de, yaygın anlayış, Osmanlı ile birlikte tarihe ve edebiyata mal olduğu, Osmanlı’nın özellikle Batı memleketlerine doğru yürüttüğü cihadın bir sembolü olduğu yönünde birleşmektedir. Kızılelma Osmanlı’nın hiç bitmeyen fetih özlemi olarak da düşünülebilecektir. İ’lâ’yı kelimetullah anlayışıyla birleşmiş bir dünya hâkimiyeti ülküsüdür. Osmanlı’nın Avrupa’da fethetmeyi istediği önemli şehirler, Kızılelma olarak anılmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Osmanlı’nın Kızılelmalarını bir bir saymaktadır: Bunlar, Kuzey Kafkasya, Bizans (İstanbul), Budin, Belgrad, Estergon, Viyana, Roma ve Köln’dür. Görüldüğü gibi, Osmanlı’nın Kızılelması daha çok Batı yönüne doğrudur ve bu şehirler büyük oranda ele geçirilmiştir.” (Harmancı, 2010)
Osmanlı öncesinde de Saltukname gibi eserlerde ve akabinde Seyahatname’de Kızılelma tabirinin defeatle kullanıldığı bilinmektedir. Osmanlı döneminde bu tabir özellikle Yeniçeri sistemi ile bütünleştirildiğinden, bu ocağın kaldırılması ile birlikte kısmen kullanımı sekteye uğramış ise de, II. Meşrutiyet’ten sonra Ziya Gökalp ile yeniden dikkat çekmeye başlamıştır. Gökalp, Kızılelma’ya Turancılık formatında yeni bir mana kazandırmaya çalışmıştır. I. Dünya savaşı hezimeti ile birlikte sessizliğe bürünen Kızılelma algısı, daha sonra yeniden Türkçü yazarlar ile birlikte ön plana çıkartılmaya başlamıştır. (Harmancı, 2010)
Günümüzde Türkiye’nin yeniden medeniyet coğrafyasında, diğer bir ifade ile Türk – İslam dünyasında daha etkin olmasını hedefleyen bir vizyon eşliğinde Kızıl-elma, yeni nesil milli askeri teknolojilerdeki markalaşma süreçlerine kadar çok daha geniş bir düzlemde kamuoyunda yer edinmeye başlamıştır.
Dolayısıyla (her ne kadar belli bir dönem öncesindeki tarihi hususlara dair yeterli veri olmasa da) Türk milleti veya Türk devletleri için Oğuz Kağan’dan günümüze dek, “kızıl-elma”lar;
- Bazen Çin seddini aşıp, Çin’e hâkim olmak,
- Bazen cihan hâkimiyetini ve adaleti tesis etmek,
- Bazen Moğol zulmünü durdurmak,
- Bazen devleti abat ederek farklı şehirlerde hâkimiyet kurmak olmuştur. Bu bağlamda; kızıl-elma algısı coğrafi olarak;
- Bazen Kudüs,
- Bazen Anadolu,
- Bazen Şam ve Halep,
- Bazen Konstantinapol,
- Bazen Sofya,
- Bazen Selanik,
- Bazen Bükreş,
- Bazen Kırım,
- Bazen Belgrat,
- Bazen Trablusgarp,
- Bazen Malta,
- Bazen Girit,
- Bazen Kıbrıs,
- Bazen Kahire,
- Bazen Roma,
- Bazen Budapeşte,
- Bazen Viyana,
- Bazen Misak-ı Milli,
- Bazen Turan olarak ifade edilebilmiştir.
Bu hedeflerin bazılarına erişilebilmiş, bazıları ise hafızalarda bir başarısızlık veya bir ah olarak kalmıştır. Yine de, Türk aklı ve toplumsal hafızasında, acı veya tatlı, hüzün veya gurur veren bir iz bırakmıştır.
Geçmişe dair kızıl-elma tanımı bu minvalde yorumlanabilecekken, hiç şüphesiz bundan sonrası için de yeni “kızıl-elma”lar olacak, yeni hayaller kurulacak ve bu uğurda gayret devam edecektir.
Her bağımsız Türk devletinin, o devletler içerisindeki toplulukların veya özerk, azınlık statüdeki Türk toplumlarının kendilerine ait farklı farklı “kızıl-elma” olarak tanımladıkları hedefleri bulunacaktır. Lakin ortaya koyulan bütün hedefler tabii ki, kızıl-elma olarak nitelendirilemeyecektir. Çünkü bir hedefin bu minvalde tanımlanabilmesi için, az önce verilen örnekte olduğu gibi;
- Diğer hedeflerin ötesinde bir konumda yer alması,
- Herkes için cazibe ve heyecan uyandırması,
- Büyük, küçük toplumun her kesimi nezdinde kabul görmesi ve inanılması gibi niteliklere haiz olmalıdır.
Dolayısıyla günümüzde farklı Türk devletleri ve toplulukları nezdinde “kızıl-elma” olarak nitelendirilebilecek hedeflerin ötesinde, bütün milletin idraki tarafından sahiplenilen, çok daha büyük, inandırıcı, tanımlanmış, zor olsa da erişilmesi imkânsız olmayan bir mefkûreden bahsetmek de yerinde olabilecektir. Bu mefkûreye giden yol boyunca dinamik olarak zamanın değişen koşullarına göre güncellenecek alt hedeflerden de bahsedilebilecektir. İşte bu bağlamda alt hedefleri, dinamizmi, değişebilen yönleri ve değişmeyecek temeliyle birlikte bir kızıl-elma tasavvuru oluşturmak elzemdir.
İlgili kızıl-elma tasavvuru yapılırken,
- Hangi zaman dilimine hitap edileceği,
- Hangi toplumları kapsayacağı,
- Hangi liderlerle, hangi kabiliyetlerle, hangi ortamda, hangi risklere ve tehditlere karşı bir model oluşturulması gerektiği,
- İzlenecek rotanın güzergâhının ne olduğu,
- Bu güzergâhta yolcunun ve yoldaşın, rakibin ve düşmanın kim olduğu gibi hususların detaylı bir biçimde tanımlanması gereklidir.
Bunlara ek olarak Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi de yerine göre yeniden bir kızıl-elma olarak nitelendirilebilecektir. Fakat bu mefkûre her ne kadar dayanılmaz bir çekiciliğe sahip olsa da konvansiyonel bir yaklaşımla önümüzdeki iki yüzyıl içinde gerçekleştirilebilmesi dahi çok zor olduğu için, inandırıcı ve birleştirici niteliklere haiz değildir. Bu sebeple mevcut koşullar altında kızıl-elma olarak değerlendirilemeyecektir. Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin yeniden bir kızıl-elma haline dönüşebilmesi için belki üç veya dört asırlık zamana ihtiyaç vardır. (Tabii bu bağlamda uluslararası sistemdeki birçok koşulun da değişmiş olması gerekmektedir. Çünkü günümüzdeki hâkimiyet tanımlamaları büyük bir değişim geçirmiştir. Aşağıdaki bölümlerde bu hususlara değinilecektir.)
Bir mefkûrenin bazen bütün bir millet tarafından kızıl-elma olarak nitelendirilebilmesinden önce, ilgili milletin parçası olan bir devletin öncülüğünde sahiplenilerek bazı yönleriyle şekillendirilebilmesi de söz konusu olabilecektir. Örneğin, Türkiye’nin şekillendirdiği, inandırıcı hale getirdiği, tanımladığı ve uğruna emek harcadığı bir mefkûrenin zamanla diğer Türk devletleri ve akabinde de bütün Türk Milleti tarafından kabul görerek kızıl-elmaya dönüşmesi söz konusu olabilecektir. Tabii her şekilde, ilgili mefkûre üzerinde bir tasarım yaparken, zamana, mekâna ve kabiliyetlere göre değişen şartlara uygun olacak şekilde bir kurgu geliştirmek de gerekecektir. Dolayısıyla kızıl-elma veya kızıl-elmaya dönüştürülmek istenen mefkûre de bu bağlamda dinamik bir yapıya sahip olmak zorundadır. Fakat yine de ilgili değişim süreçleri bireylerdeki kadar hızlı ve keskin olamayacaktır.
Bunlara ek olarak, kızıl-elma dâhilinde ortaya koyulan hedefler şayet inandırıcılığını yitirirse, ilgili sürece mihmandarlık yapan devletler, toplumlar ve yönetimler için büyük yıkıcı etkiler oluşabilecektir. Bu bağlamda ilgili devletler veya topluluklar inandırıcılıklarını ve umutlarını yitirebilecekler, uğruna emek harcanan bütün kurgu, büyük bir hayal kırıklığına dönüşebilecektir. Kaybedilen sadece yitirilen milli hedefler olmayacak, ilgili gaye uğruna sarf edilen yüzlerce yıllık geçmiş ve oluşan umutsuz tablo sebebiyle onlarca yıllık gelecek de kaybedilmiş olabilecektir. Hatta bu durum bazen ilgili devletlerin zafiyete düşmesine ve yitirilmesine kadar büyük bedeller ödenmesi anlamına dahi gelebilecektir.
Bu sebeple, kızıl-elma adımları;
- İnandırıcı olduğu kadar, inançların ve umutların zedelenmeyeceği kadar da gerçekçi,
- Zamanın koşullarını dikkate alan ve güncel kalabilen,
- Toplumları bütüncül bir şekilde teşvik eden ve sinerji oluşturan,
- Kabul edilebilir ve akılcı bir formata haiz olacak bir biçimde çok dikkatli bir şekilde tasavvur edilmelidir.
Dolayısıyla günümüzde ortaya kızıl-elma olarak koyulabilecek bir modelin başarılı bir biçimde kurgulanabilmesi için mikro dinamiklerden küresel dengelere kadar geniş kapsamlı analizler yapılması gerekmektedir.
Not: Bu bölüm “Kızılelma-1 Adil Bir Dünya 2225” isimli kitaptan alıntılanmıştır.
TESPAM bünyesinde bir sosyal sorumluluk projesi olarak hayata geçirilen Kızılelma Platformu, büyük düşünen, Güçlü Türkiye ve Adil bir Dünya hedeflerine inanan üretken bireylerin bir araya gelerek fikirlerini paylaştıkları, çalışmalar yaptıkları, projeler ürettikleri, kurgular tasarladıkları bir üretkenlik ve farkındalık ortamıdır.
Hedefleri ve gayesi doğrultusunda, uzun vadeli, zamanın koşullarına göre dinamik olarak güncellenebilen, akılcı modeller ve senaryolar üreterek, Türkiye’nin, Türkiye’nin temsil ettiği bütün İslam Medeniyetinin, mazlum toplumların ve bütün insanlığın daha adil, daha yaşanılabilir, daha makul, daha sürdürülebilir bir ortama erişebilmesi için faaliyetler yürütmektedir.
Dolayısıyla Kızılelma Platformu bir siyasi oluşum veya mevcut siyasi yapılara liderlik etme gayesi taşıyan bir oluşum değildir. Aksine, hangi siyasi görüşe, dine veya topluma ait olunursa olunsun, büyük düşünerek üretmek ve insanlığa birşeyler katabilmek için gayret gösteren herkesin buluşma noktasıdır.
“Kızılelma-1 Adil Bir Dünya 2225” kitabında ifade edilen kurgu dahilinde; “daha adil bir dünya” mottosu vurgusuyla, 200 yıllık bir süre zarfını ihtiva eden bir “kızıl-elma” modeli olarak;
- Türkiye’nin merkez ülke pozisyonunda olduğu,
- Güçlenen ve küresel dinamiklerde çok daha etkin hale gelen Türkiye’nin öncülüğünde, Türk Devletler Teşkilatı’nın küresel dinamikleri etkileme kabiliyeti olan bir uluslararası kuruluş haline geldiği,
- Türk Devletleri Teşkilatı bünyesine farklı statülerde bazı Türk olmayan Müslüman devletlerin de eklenmesi ile bütün İslam Medeniyetine erişilebilen yeni bir uluslararası yapının oluşturulduğu,
- “Öncü İslam Ülkeleri Birliği” formatında oluşturulacak bir uluslararası yapı aracılığı ile İslam Medeniyetinin diğer medeniyetler arasında merkezde yer alan bir denge unsuru haline getirildiği,
- İslam Medeniyetinin de siyasi olarak uluslararası yapılarda temsil edilmeye başlanması ile uluslararası sistemin eksiklikleri ve küresel sorunlara yönelik daha etkin müdahale kabiliyetlerinin oluştuğu,
- Güçlü bir Türkiye’nin öncülük ettiği etkin ve birlikte çalışabilmeyi öğrenmiş bir İslam Medeniyetinin diğer medeniyetler arasında denge unsuru haline geldiği,
- Bu sayede, daha adil bir uluslararası sistem modelinin hayata geçirildiği bir model anlatılmaya çalışılmıştır.
İşte bu süreç dâhilindeki ilk adım olan, güçlü bir Türkiye hedefine erişilebilmesi çok önemlidir. Bu bağlamda önümüzdeki yaklaşık olarak 100 yıllık süreç dâhilinde;
- Türkiye’nin sadece bölgesinde değil, dünyadaki etkin oyunculardan bir tanesi olması,
- Dünyadaki en büyük ilk 5 ekonomiden biri olması,
- Askeri anlamda en güçlü ilk 3 ordudan birine sahip olması,
- Nükleer, biyolojik ve kimyasal anlamda caydırıcı olması gayesi ile çok etkin silahları sahip olması,
- Uzay teknolojilerinde en etkin 5 ülkeden biri olması,
- Teknoloji ihraç eden en güçlü 3 ülkeden biri olması,
- Bu süreçte erişeceği medeniyet seviyesini dünyaya bir örnek olacak nitelikte,
- Merhamet eksenli şehircilik ve sosyal devlet anlayışıyla,
- Adil bir gelir dağılımına sahip olan, yüksek huzur ve refah indeksine sahip olan toplumuyla,
- Sivil vakıfların hayatın her alanında dikkate alındığı ve katkı sunduğu oluşumlarıyla,
- LGBT, uyuşturucu, alkol, rüşvet, yolsuzluk, merhametsizlik, bencillik, ayrımcılık gibi hastalıklardan arınmayı başarabilmiş toplumuyla,
- Muhammed’i duruşun; entelektüelliği, merhameti, idraki, üretkenliği, dinamizmi, cesareti, gayreti, çalışkanlığı, inceliği, zarifliği ile yoğrulan elitleri, sanatçıları ve aydınlarıyla,
- Bütün ilgili alanlarda ürettiği yeni fikirlerle dikkat çeken ve en çok atıf alan, Türkiye’nin tezlerini bütün dünyaya en profesyonel biçimde aktarabilen akademisyenleriyle,
- Ötekileştirmeyen, söylemde değil, gerçek anlamda milli olan, liyakatli, adil, merhametli, üretken, birilerinin yakını olduğu için değil, başarılı olduğu için koltuğa oturan, duyarlı siyasetçileriyle,
- En ince noktasına kadar çalışılmış, anlaşılır, çok da karmaşık olmayan, güncellenebilir formattaki hukuk ve mevzuat sistemiyle,
- Kimsenin kayırılmadığı, paranın sadece bir zümrenin etrafında dolaşmadığı adil devlet ve ekonomi sistemiyle,
- Etkin, üretken, başarılı ve yeni nesilleri geleceğe yön verecek şekilde hazırlamayı başarabilen, hayatın içine entegre edebilen eğitim sistemiyle kendisini göstermesi,
- Bunun için hiç şüphesiz her alanda çok daha kapsamlı analizler yapılması ve bütünsel bir toplumsal – kamusal dönüşüm programının hayata geçirilmesi,
- Uluslararası sistemin çok daha adil, iki yüzlü olmayan, mazlumların sorunlarını etkin bir biçimde çözen, ayrımcılığa engel olan ve acımasız çıkarlardan ziyade merhameti merkeze alan bir formata evirilmesiyle ilgili çalışma ve detaylı modellerin geliştirilmesi,
- Bütün Türk ve İslam dünyasına sahip çıkarak, önemli sorunlara çözümler üretebilmesi ve bu çözümleri büyük ölçüde hayata geçirmekte başarılı olması,
- Bunun için küresel aktörlerin kirli emellerine karşı diplomatik, ekonomik, teknolojik, finansal ve askeri alanlarda savunma mekanizmaları kurgulayabilmesi,
- Türk Devletleri Teşkilatını güçlü ve etkili bir yapı haline dönüştürmeyi başarabilmesi,
- Türk Devletler Teşkilatını İslam Medeniyetini bir araya getirecek yeni bir uluslararası örgütün altyapısının hazırlandığı bir mutfak olarak kullanabilmesi,
- İslam dünyasını yepyeni formattaki, etkin bir uluslararası örgüt çatısı altında bir araya getirebilmesi gerekmektedir.
Burada bahsedilen adımlar ve hedefler bir hayli zor ve uzun dönemli olsa da, erişilebilmesi anlamında imkânsız da değildir. Her ne kadar mevcut olumsuzluklar, ekonomik darboğazlar ve kırılganlıklar sebebiyle ilgili hedefler bazen erişilemez gibi görülebilse de, Türkiye’nin önünde yoğun bir çalışma yürütmesi gereken yüzyıllık bir süreç bulunmaktadır.
İkinci yüzyıl, artık bazı küresel dinamiklerin değiştirilmeye başlandığı dönem olmak zorundadır.
Bu bağlamda şimdiden uzun vadeli dinamik, makul planlar yapılarak, bilinçli çalışmalar ile geleceğin şekillendirilmesi ve bütünsel bir dönüşüm programı hazırlanarak, siyasetten ve hükümetlerden bağımsız bir şekilde gerçek anlamda toplumsal desteğin sağlanması sayesinde uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.
Tüm bu süreçlerin koordinasyonu için bir “kızıl-elma” bakanlığı dahi kurulabilecektir.
Tabii tüm bu atılımlar için de öncelikle; buna toplumsal olarak inanmak, bu inancı ve dinamizmi taşıyacak bireylere ve buna inandıracak liderlere, ekiplere, kadrolara, elitlere sahip olmak gerekmektedir.
Diğer bir ifade ile gerçek anlamda gönüllere ve akıllara hitap edebilmek ve birliği sağlamak gerekmektedir.
Bu süreç zor olsa da, imkânsız değildir…
İşte bu yüzden uzun dönemli, nesiller ötesine uzanan, dinamik, akılcı ve gönle hitap eden bir “kızıl-elma” serüvenidir.